31 Ekim 2011 Pazartesi

mutlu olmak için

Fark ettim ki hayatta ne kadar önemli şeyler olursa ben o kadar önemsiz şeylerden bahsediyorum. Kelimelerin aldatıcılığını bildiğimden 'önemli' durumları dile getirmekten korkuyorum. Onları da o 'adi' 'basmakalıp' 'duygudan yoksun duygu kandırmacası' içeren cümlelerinize mal etmek istemiyorum. Sırf bu yüzden haber izleyemiyorum o çok duygulanarak ağladığınız şarkıları söyleyemiyor, sesinizi yumuşatarak yaptığınız konuşmaları dinleyemiyorum.
Duygusuz derseniz bana evet duygusuzum yapmacık gözyaşlarına kanmıyorum.
Gel gelelim gerçek gözyaşlarına da ne kadar duyarsız kalabiliriz bilmiyorum. Bunca çirkinlik olurken hataların böylesine göz ardı edilmesine dayanamıyorum. Elimin kolumun bağlı olmasına sesimi sadece şurada söyleyeceğim bir iki cümleyle duyuramayacağıma üzülüyorum. Tepki için yazanlara, öfkesini yazıyla çivileyenlere hak veriyorum. Daha çok yazmalı daha az konuşmalıyım diyorum. Daha çok okumalı daha çok anlamalıyım. Anladıkça daha da mutsuz olmalıyım.
Sonra tüm bunları görmezden gelerek mutluluğu seçen insanları suçlamalı mıyım diyorum? Karar veremiyorum. En büyük kötülüğün saflıktan geldiğini en aptalca düşüncelerin aydınız diye geçinenlerden çıktığını gördükçe her şey anlamsızlaşıyor.
Bir yerde hepimiz yaşamaya bir kılıf arıyoruz. Kimimiz bulduğumuzu sanıyor minareyi çalıyoruz. Kimimiz de o kılıfı asla bulamayacağını biliyor.
Yaşamak anlamsız desem ölüm de tüm anlamını kaybedecek ölüm anlamsız desem tüm yaşamlar anlamsızlaşacak. Anlam aramıyor bu karmaşaları erteliyorum ama şunu biliyorum ki 'anlam' değersiz. Yaşam da ölüm de değersiz. 'İnsan' insan tarafından değersizleştiriliyor. Tek değerin bir parça kağıt olduğu dünyada herkes hissizleşiyor.
Her şey unutuluyor hepimiz unutuyoruz. Belki yazılar kalır ama kavramlar unutulduktan sonra neye yarar?
Varsın önemsiz şeylerden bahsedelim incir çekirdeğini doldurup ceviz kabuğunu boşaltalım. Ne de olsa onları da unutacağız. Kimbilir böylece daha aptal ama daha mutlu oluruz. Belki de zaten öyleyiz. Redd'in dediği gibi;
'mutlu olmak için görme işitme..bilme, çok düşünme' 'falan filan'

16 Ekim 2011 Pazar

hep sitem hep sitem

Geçenlerde açtım şu sayfayı ve bir şeyler yazayım dedim fakat iki kelimeyi bile bir araya getiremedim. Mevzu 'konuşmak' eylemiyse her zaman icra edebiliyorum ama iş 'yazı'ya gelince olmuyor. 140 karakter twitterla idare ediyorum. Şimdi blog yazsam kim okuyacak hem ne yazacağım ki diyorum. Mimari yazılardı kitap, film eleştirileri gibi insanlık namına da yararlı olabilecek, okunabilecek şeyler yazasım varken saçmalıyorum. Atarlı yazılarla dolduruyorum sayfayı.
Çoğu zaman kızım sana söylüyorum gelinim sen işit tadında olan yazılarım bazen direkt 'Aç kulaklarını ve dinle' kıvamına geliyor bazen de gizemli bir 'Siz' kitlesine hitap ediyor; ama hep sitem hep sitem içeriyor. Bazen ben bile kendi sitemlerimden sıkılıyorum.
Şaşıracaksınız belki ama bu kez sitem etmek için yazmıyorum (yazarken belki yine sitem ederim ama amaç/araç farkı diyelim biz ona). Bu sefer teşekkür etmek için yazıyorum. Benim tüm saçmalıklarıma katlanan bazı arkadaşlarım var ki onlar kendilerini biliyor. (bu da gizemli 'onlar' kitlesine bir örnek). Ne kadar uzakta olursa olsunlar onları istediğim zaman rahatsız edebileceğimi biliyorum. Mesajlarını cevapsız bıraktığımda bana kızmayacaklarını, hal hatır sormadan derdimi anlatmaya başlayınca yadırgamayacaklarını, konuşmadan sırf mimiklerimden beni anlayacaklarını biliyorum (ama buna rağmen ben hep konuşuyorum o ayrı.)Ama onlara arkadaş mı demeliyim, dost mu, kardeş mi bilmiyorum. Zaten insanları yakın arkadaş, dost, arkadaş, aile, sevgili bilmem ne gibi kalıplara sokup onlardan üstesinden gelemeyecekleri şeyleri istemeyi doğru bulmuyorum. ''Ama o benim dostumdu şunu yaptıııı'' cümlesini kurduracak hayal kırıklıklarını da yaşamamış oluyorsun böylece. Zaten arkadaş var arkadaş var dost var dost var...İsimlendirmeleri bilmem ama bazı insanlar iyi ki var.