Bir Kuzguncuk Romanı
Kuzguncuk’ta İsmet Baba
Meydanı’nda oturuyor ve boğazı izliyorum. Elimde bir bardak çay ve yanında
pastaneden alınmış bir dilim kek. Çantamdan
mavi bir kitap çıkarıyorum. Kapağında, az önce hayranlıkla bakarak hayallere daldığım manzara var, bir de tel
örgülere asılı bir çift Converse.
İstanbul, savaş ve gençlik
kitaptan kapağa taşıveriyor. Ve bir de ‘duygu’ dolu bir isim. Siz, aşk romanı
diyebilirsiniz ya da savaş, hiç sınıflandırmalara girmeden ‘hayatımın romanı’
diyenler de olacaktır. Oysa ben, ne kitaptaki karakterlere inanabildim, ne o
aşka kapıldım ne de iç savaşa. Bu romana ‘Kuzguncuk’ romanı diyeceğim. Benim
için ne Ada’nın ne de Tuna’nın, Kuzguncuk’un hikayesi ‘Kumral Ada Mavi Tuna’.
Bu nedenle benim için roman
kahramanı ne kendini beğenmiş, şımarık, bencil Ada’dır ne de kendi kişiliğini
bulmayı daha çocukken reddedip Aras ile Ada’nın gölgesine sığınan Tuna’dır. Ne
istediği her şeyi elde eden, yakışıklı, sempatik, dikkat çekici Aras ne de
hayatta her istediğini sessiz sessiz çalışarak elde eden Meriç’tir. Ne de olayları
birbirine katan, sadece bir katalizör görevi gören Aliye. Ben de çoğu okur gibi
Şair Doğan Gökay’ı sevdim ve onun Atilla İlhan’dan izler taşıdığına inandım.
Buket Uzuner bir yazısında Atilla İlhan için ‘Siz benim biraz imkansız
sevgilim, biraz babam ve biraz da arkadaşımsınız’ dediğimde ciddiydim.’ der.
Ada için de dayısı şair Doğan Gökay öyledir. Gerçi Buket Uzuner ‘Ada mısınız?’
diye soranlara ‘Hayır Tuna’yım’ der. Bence Buket Uzuner ne Ada’dır ne de ‘Tuna’
gezmeyi, okumayı ve yazmayı sevenlerden yani; ‘Çok gezen mi bilir çok okuyan
mı?’ sorusunu geçersiz kılanlardan, kıskandıklarımdandır. İstanbul aşığı olarak
nereyi seçeceğini iyi biliyor ve ben de bir Kuzguncuk aşığı olarak, kitabı okuduktan
sonra Kuzguncuk’a gelenlerin aksine Kuzguncuk’ a geldiğim ilk gün bu kitabı
okumaya karar veriyorum. Okuduğum gibi de yazmaya. Paylaşmaya...
Buket Uzuner kahramanın iç
savaşını bir ülkenin iç savaşına dönüştürüyor, bir ülkenin kocaman iç savaşını
alıp bir kahramanı omuzlarına yüklüyor. Bir yandan dünyanın en büyük
savaşlarından biri olan ‘aşk’ı anlatıyor bir yandan da kanı, nefreti,
ayrımcılığı, ötekini, sebepsiz kötülüğü. Bunların ne kadar iç içe olduğunu,
savaşların önce içimizde çözüleceğini. Hayalle gerçeğin arasında bizi kitabın
bölümlerine sıkıştırıyor.
Kumral ada mavi Tuna çok
katmanlı, çok sesli bir roman. İsterseniz bir ülkede yaşanan iç savaşın
nedenleri ve sonuçları üzerine bir okuma yapın, isterseniz bir büyüme hikayesi
olarak yorumlayın. Bir aşk hikayesi olarak ele alın sadece, imkansız saf aşk ya
da toplumsal olarak bireyleri inceleyin. Buket Uzuner hepsini yapmaya çalışıyor
ve bunları kotarırken bir nebze edebiyattan çalıyor bir tutam da fazladan
didaktiklik ekliyor. Bunlar da romanı eksiltiyor. Keşke bu kadar çok'la anlatmaya çalışmasaydın dedirtiyor.
Kertenkeleler ve çocuklar
İkinci çayımı da bitiriyorum, çay
içimi ısıtsa da denizden gelen rüzgar beni orada daha fazla tutmak istemiyor.
Mavi kitabı çantama koyuyor ve kuzguncuk sokaklarında dolaşmaya başlıyorum.
Marco paşa Konağı’nın yani ilkokul binasının içine giriyor ve bu kez boğaza
daha yüksekten bakıyorum. Bana daha alçaktan bakan gözlerle çocuk gözlerle.
Mavi kitap çantadan tekrar
çıkıyor. Neşeli ve masum bir çocukluk hikayesi, sancılı ve acı bir gençlik
hikayesine dönüşüyor. Gençlerin büyümesi için de içlerindeki savaşa bir son
vermeleri gerekiyor.
Bahçede kertenkele aramaya
başlıyorum, küçük bir çocuğun elinde Mabel sakız görüyorum. Çocuğa
kertenkelelerle oynama demek istiyorum ya da kertenkelelere kaçıp kurtulmalarını
söyleyeceğim. Hiçbirini yapmıyorum. Ada, Aras, Tuna ve Meriç’in çocukluğuna
uzaktan baktığım gibi bu tarihi ilkokul binasında Kuzguncuk’un çocukluğuna da
uzaktan bakıyorum. Değiştiremiyorum.
"Akıl, aşk ve can!
Bu üçü üçgendir.
Her derde çare, her yaraya merhemdir."
Mevlânâ Celâleddin Rumî (II. Divan Kebir)
Okuldan çıkıp İcadiye Caddesi’ne
gidiyorum. Gözüm o meydana takılıyor. Burası diyorum, Aras’ın gittiği yer tam
olarak burası! Akıl ve cesaret gittiğinde geriye kalan ‘aşk’ ne kadar
yaşanılabilir? Onun tortusunda eski evleri bir bir yıkılan kuzguncuk da yarım
kalır. Evlerin arasında dolaşırken Tuna’nın evini arıyorum, yıkıldığını bilsem
de belki de hiç var olmadığını Ada’nın evini arıyorum.
‘Şiir herkesi
birleştirebiliyordu’
O ev olduğuna inandığım bir yerde
soluklanıyorum ve birden kendimi Baylan’ın bahçesinde buluyorum. Kitabı çantamdan çıkarıp masaya
koyarken yan masamda oturan Ada, Aras, Tuna ve Meriç’i fark ediyorum. Tüm
savaşları Kuzguncuk’ta bırakmıştım.
Yanlarına gittim ve masalarına
oturdum. Kitabı aradım, bulamadım. Ayaklarımdaki converselere baktım,
yürümekten aşınmışlardı. Aklımda birçok şey vardı onlara söyleyecek ama onları
görünce gidivermişti hepsi. Şair dayılarına selam söylemelerini istedim. Hepsi
güldü.
Sonra uyandım, Kuzguncuk parkında
uyuyakalmışım. Günlerden salıydı.
‘Uyanmak güzel,
diye gülümsüyorum.
Durum ne olursa olsun, uyanmak güzel’
ayın başında kıymetli birine hediye ettim ben de, olur ya...
YanıtlaSileline sağlık.