Kim Korkan Virginia Woolf’tan
Yıllar önce
bir yazar hayatıma dolaylı bir yoldan girdi. Michael Cunningham’ın ‘Saatler’ adlı kitabıyla. Bir süre
sonra, sonradan çok seveceğim bir yönetmenin, Stephen Daldry’nin ‘Saatler’i filme aldığını öğrendim ve roman
uyarlamalarına ön yargıyla yaklaşmama rağmen filme de kitap gibi bayıldım. Beni
asıl etkileyen ise romanda bahsedilen yazar oldu, uzun süre ceplerine çakıl
taşı doldurarak intihar eden yazarı aklımdan çıkaramadım ama bir kitabını alıp
okumaya da cesaret edemiyordum. Ya sevmezsem?
Elime ilk olarak ‘Dalgalar’ romanını
almış ve yarıda bırakmıştım. Her kitabın bir vakti vardı. Ben henüz Virginia
Woolf’e hazır değildim. Ya da başka bir değişle korkuyordum.
Saatler’i okuduktan altı yıl sonra ‘Mrs.
Dalloway’ ile tanışacaktım. Ve 1966 yılında çekilmiş bir filmin adına bakarak
tek korkanın ben olmadığımı anlayacaktım ‘Who's Afraid of Virginia Woolf’ diyecek ve ben de hayranları arasına
katılacaktım.
Kitap 1925 yılında tamamlanmasına rağmen
yayınlanmadan önce Virginia Woolf tarafından 3 kez yeniden yazılmış, yazar
bundan önce de üç roman yazmış. Ama bu romanıyla ilk kez bilinç akışı tekniğini
kullanmış. Modern romanın olay örgüsünü, karakter, zaman anlayışını bozan bu
roman tek bir günü anlatıyor. 1923 yılının savaş sonrası Londra’sında bir günü.
Bu güne dahil olmak, kitaba hemen kapılıvermek
o kadar kolay olmuyor. Çünkü anlatılan Big Ben’in çanlarına göre 24 saatle
dilimlenmiş olsa da öznel zamanda yıllar öncesine gidiyor. Anılar arasında
dolaşıyor. Bir arabanın patlayan lastiği, bir reklam uçağı karakterlerin aynı
saati yaşadıklarının ipucunu verse de onları aynı zamana sürüklemiyor. Bilinç
zamanda ve mekanda akıyor. Bu da romanı ve anlatımını başta yorucu büyüsüne
kapıldıktan sonra ise eşsiz kılıyor.
Eğer sıradan bir romandan bahsediyor
olsaydım ve size kitabın sonunda ne olduğunu söyleseydim muhtemelen yapmamam
gereken bir şey yapmış olurdum ve okuma zevkinizi elinizden alırdım. Oysa Mina
Urgan’ın dediği gibi ‘Mrs Dalloway, hem şimdiki zamanı, hem de geçmişi kapsayan
tek günde geçer. Clarissa Dalloway, akşam vereceği parti için sokağa çıkıp
çiçek alır; eski aşığıyla görüşür, savaş yüzünden ruh hastası olan hiç
tanımadığı bir genç kendini öldürür. İşte, olup biten yalnız bunlardır.’
Şimdi ölmek, şimdi çok mutlu olabilmek…
‘Mrs Dolloway, çiçekleri kendi
alacaktı.’ Diye başlayan bir kitap var karşımda. Ve ‘Çünkü Clarissa oradaydı.’
diye bitecekti bu kitap. Clarissadan Mrs Dalloway’e Mrs Dolloway’den Clarissaya
geçişleriyle bir kadın vardı. Var olmanın ve belki de yaşamanın temsiliydi. Ve
septimus vardı, Mrs Dalloway ile aynı şehirde yaşayan aynı anda aynı sokaktan
geçen ve o gece ölen. Septimus ‘kendisi’ ölecekti. Kendisi seçecekti.
Mrs Dalloway ve Septimus hiç karşılaşmayacaktı kaldıraçın iki
ucunda hiç farkında olmadan birbirlerini tamamlayacak ve birbirlerini
dengeleyeceklerdi. Her şeyden önemlisi aynı şiiri anımsayıp duracaklardı.
‘Now to die’,’ twere now to be most happy’’
‘’Şimdi ölmek, şimdi çok mutlu olabilmek’ demektir.’
O gün Clarissa’nın partisine sadece
Septimus değil tüm Londra gelir hatta tüm geçmiş. Tüm ölüler ve tüm yaşayanlar.
Septimus’la ölüm gelir, delilik gelir, cesaret gelir belki de korkaklık. Karşı
penceredeki kadınla yaşlılık gelir, sırlar gelir, yalnızlık gelir, Killman’la
nefret gelir, kıskançlık gelir, aşağılama gelir, Humbert ile toplumsal düzenin
çirkin yüzü gelir. Sally ile aşk gelir geçmiş gelir ve Peter Walsh ile anılar
gelir, pişmanlıklar gelir.
Kitabı kapattığınızda siz de partiye
katılmış gibi hissedeceksiniz. Ve benim gibi Virginia Woolf korkunuz varsa,
eminim yeneceksiniz.
İşte tam da bundan bahsediyordum: Saatler filmini yıllar önce izleyip şimdi hatırlamamak çok acı benim için. Tekrar tekrar tekrar...
YanıtlaSilMerhaba, Birgül Oğuz'dan Virgina Woolf kitabı hakkında dinlediğiniz dersin kaydı var mı? Ya da hakkında bildiğiniz bir yazı. Teşekkürler. Kitap hakkındaki yorumunuzu çok beğendim. Çok iyi anlatmışsınız.
YanıtlaSil