26 Mayıs 2013 Pazar

okuma burgacı

Tutunamayanlar'ın ardından her ne kadar yok Selim Işık şöyle yok Turgut Özben böyle diye ileri geri konuşmayacağım desem de bazı karakterlerle tanıştıktan sonra onları akla getirmemek çok zordur, hele bir de romanları, öyküleri gerçek hayatın bir parçası sayan her an bir karakterle karşılaşacağınızı düşünen biriyseniz bu çok zor. Bu yüzden bu yazıya da Selim Işık ve kitap okuma devrelerinden bahsederek giriş yapıp çok farklı yerlere açılacağım için bana kızmayın.

'Hayatının devrelerle anlatılmasını isterdi Selim. Wilde devri, Gorki devri gibi.'
...
'Bu devirlerin sayısı, sonradan o kadar arttı ki izleyemez oldum. Bir hafta süren devreler bile oluyordu. Her devrenin tek özelliği vardı: bir önceki devrenin şiddetle reddi. Fakat Selim, bütün devreleri arasında benzerlikler bulurdu; eski devrelerini yenileriyle uzlaştırmaya çalışırdı farkında olmadan...'

Benim böyle devrelerim oldu mu acaba diye sordum kendime, şöyle bir okuduklarıma göz attım. Çok satan gerilim kitaplarıyla klasik romanları aynı dönemde okuduğumu görüp yok böyle bir şey diyordum ki uzun bir aradan sonra bilim kurgu ve polisiyeye dönüş yaptığımı fark edip 'aslında varmış' aydınlanması yaşadım. Ama belli ki bu devreler de belli belirsiz.

Uzun lafın kısası ben bu aralar fantastik, bilim kurgu ya da polisiye meraklısı oldum. Hem bu heyecanıma cevap verebilecek hem de beni edebi hazdan mahrum bırakmayacak eserler bu kastettiklerim. Önerilerinize açığım. (Şöyle ki bir Ahmet Ümit polisiye değildir, Dan Brown onun üst mertebesidir ama benim istediğim değildir. Fantastik denilince aklına sadece vampir kitapları gelen fikrini kendine saklasın gibi. ) Distopya ve ütopyalar da bu aralar ilgi duyduklarımdan.

Bir de başlı başına bir kategori olan Edgar Allan Poe. (uzun bir girişten sonra nihayet ana konuya geldik)
Küçükken öykülerini derlemeler içinde okuduğum bir yazar Edgar Allan Poe ama nedense okuduğum iki üç öyküyle yetinmişim. Bugün 'Morgue Sokağı Cinayeti'ni bitirirken nasıl da geç kaldığımı fark ettim, nasıl daha önce okumamıştım bu öyküleri? Hem de dedektiflik hikayelerini seven biriyken hem de bu öykü ilk dedektiflik öyküsü diye geçerken?
Yalnız Morgue Sokağı Cinayeti değil kitaptaki diğer öyküler de oldukça etkileyici. Korku ögelerinin gerçekçiliği ise öyküleri bambaşka bir yere koyuyor.Bir yandan 'evet böyle bir şey olabilir.' diyorsunuz çünkü anlatılan ne bir hayalet ne de doğa üstü başka bir varlık, bir yandan da 'hayır, bunlar deli saçması' demek istiyorsunuz ya da bir edebiyat harikası, seçim size kalmış. Doğa mı insan mı güç mü akıl mı soruları çerçevesinde gelişiyor sanki öykülerin çoğu. Pozitif düşünce, insanın akılla hakimiyeti, planlı delilik...ölüm, ölüm ve yine ölüm.

İçimde tüm öykülerini okuma isteği, fonda şiirlerini dinliyorum. Bir de acaba birkaç bölüm izleyip de bıraktığım 'Following' dizisini izlesem mi diyorum. Vazgeçiyorum. Kitabı okumadan önce 'güzel dizi yaa izlenir bu.' diyordum ki şimdi pek emin değilim edebiyat tutuculuğuma bürünüyorum.(Ben yine diziye bir şans daha veririm.) Zaten bu konuda çok da tutucu olduğum söylenemez güzel uyarlamalara, hakkını veren ilhamlara can feda örneğin defalarca izlediğim halde bıkmadığım Tim Burton'ın ilk denemelerinden kısa filmi Vincent'ı sizin de izlediğinizden emin olmama rağmen paylaşmak istiyorum. Bir de küçük bir alıntı yapıyor ve susuyorum.

'Ta sonunda intikam alacaktım; bu kararım kesindi- kesinliği biraz da herhangi bir tehlikeyi göze almak istemememden geliyordu. Sadece cezalandırmak yetmezdi, kendime bir suç yüklemeden cezalandırmalıydım. Bir yanlışın düzeltilmiş sayılması için onu düzeltene bir kötülük gelmemiş olması gerekir. Sonra bir de yanlışı yapan, yanlışı düzeltmekte olanın kendinden intikam aldığını anlamazsa, o yanlış düzeltilmiş sayılmaz.' (Amontillado Fıçısı öyküsünden, sf.131, Morgue Sokağı Cinayeti, Notos Kitap)





(Yazımın altına şu notları eklemeyi alışkanlık haline getirdim ne kadar gereksiz olsalar da. Mesela şu anda yazacak hiçbir şey bulamadığımı yazmak istiyorum. Sevgiler.)
(Aslında yazacak şeyler bitmiyor. Mesela başlık nereden çıktı diye merak eden olursa, Maelström'e Düşüş öyküsünde çevirmen Memet Fuat bu kelimeyi kullanmış, çok hoşuma gitti. Hazır okuma devirlerinden döngülerinden de bahsetmişken neden bir okuma burgacı olmasın?- bunun üzerine neler yazılır neler de ben sözü uzatmayayım- yeniden sevgiler.)







23 Mayıs 2013 Perşembe

'bat dünya bat'


Sonda söylenecek lafı başta söyleyenlerden, eşeğe tersten binenlerden görüldüğü üzere gündüzuyuyupgeceoturangillerdenim. Her işim ters olsaydı bunda bir düzen olurdu ya o düzeni de tutturamayanlardanım. Oblomov'um derim ama Oblomovluk Oblomov'u bitirememektir kendimle çelişirim. En sevdiğim kitaplardandır 'Karamazov Kardeşler' ama söylemeye utansam da hala 'Suç ve Ceza'yı okumadım. Ecinnilerden Budala'ya Beyaz Geceler'den Öteki Ben'e uzanan Dostoyevski maceramda 'Suç ve Ceza'yı atladım. Alacağım hazzı ertelemek mi dersiniz, yüzleşmeye korkmak mı dersiniz bilmiyorum elbette zamanı gelecek, yarım bıraktığım Faust, Yeraltından Notlar ve nicesi 'İşte şimdi hazırsın bizimle buluşmaya' diyecek. Eminim sitem edecekler 'sen ki en değersiz kitapları bile yarım bırakmayan sen ki eline geçeni okuyan açgözlü okur bizi niye bıraktın?' diyecekler. Ben de 'çocuktum' diyeceğim.

Evet gerçekten de 'büyüyünce okuyacağım.' diye yarım bıraktığım kitaplarım oldu. Çoğu zaman 'beni aşan' kitapları okusam da yer yer haddimi bildim. Bazen de yarım bırakmak zorunda kaldığım kitaplar oldu. Misafirliğe gittiğin bir evde okunacak bir kitap değildir 'Çanlar Kimin İçin Çalıyor.' Ama eğer evde bulduğun tek kitap oysa ve sıkıcı bir ev oturmasında yalnız kaldıysan çok fazla seçenek yoktur. Ya mutfağa gidip annenle akrabaların başka akrabalar üzerine yaptığı ama lütfen asla dedikodu olmayan konuşmaları dinleyecek ya da yarım kalacağını bildiğin bir kitaba başlayacaksın. Evden ayrılırken de iki seçeneğin vardır aslında ya kitabı ödünç alacak ya da terk edeceksin neden bilmiyorum terk etmiştim. (Bu kitabın hikayesi çok daha ilginçtir ve başka bir yazının konusudur aslında. Misafirlikte okuduğum ve ayrılmak zorunda kaldığım kitabın aslında babama ait olması gibi ironik bir gerçeği sonradan öğrenmem ama kitaba hala kavuşamamış olmam gibi.)

Bu şekilde yarıda bıraktığım başka kitaplar da oldu. Ama en acısı kütüphanede tek bir kopyası olduğu için ben bitirmeden elimden alınan 'Tutunamayanlar'dı. Kitap 'Amaan ben de gider kendime alırım.' diyemeyeceğim kadar pahalıydı ve ben de aklı sıra okul kütüphanesine trip atıp o kitabı tekrar istemeyecek kadar gururluydum. Ayrıca aklımca sinsi bir plan yapıp madem ben okuyamadım başkaları da okuyamasın diyerek kitabı sürekli istek listesinde tutmayı da başaramamıştım. Şansımı bir kez daha deneyip bu sefer de 'Tehlikeli Oyunlar'ı aldım kütüphaneden. 15 gün içinde okurum zaten dedim ama olmadı. Onunla da başıma aynı şey geldi. Tıpış tıpış kitabı teslim ettim. Ben artık Tutunamayanlar'a tutunamayan Tehlikeli Oyunlar'a dahil olamayandım. Ama gel gelelim ters bir insan olduğum için Oğuz Atay'ı bu kitaplarıyla değil de 'Bir Bilim Adamının Romanı' ile tanımıştım. Ardından da Korkuyu Beklerken'i okumuş Oğuz Atay hayranı olmuştum. Tutunamayanlar ve Tehlikeli Oyunlar'ı tadımlık okumalarım ise merakımı törpülemişti.

Artık tamamlamanın vakti gelmişti. Nisandan beri elimde olan kitap arasına sıkıştırdığım yüzlerce post-itle bugün itibari ile bitti. Kitabı bitirdikten sonra ön sözü okurken hızımı alamayıp kitabı tekrar okumaya başladığımı fark ettim. Bu etkiden kurtulmak için ya hemen başka bir kitaba geçmeli ya da yazmalıydım.
Ama ne yazacaktım? Oğuz Atay ismini duymayan insanlar gibi Olric'li alıntılar mı yazacaktım ya da 'Ben de o ansiklopediye eklenmeliyim ben de Selim Işık'ım ben de Süleyman Kargı'yımlı cümleler kurup tüm tutunamayanların kemiklerini mi sızlatacaktım? Yoksa işin ehli amcalar teyzeler gibi dönemin Türkiyesi'nin nasıl yansıtıldığını mı anlatacaktım, ne haddime! Otopsi yapmak bana düşmez düşmesin de, ama Turgut musun Selim mi? tartışmalarına da girmeyelim mümkünse. Sevdiğimiz diziden karakter mi seçiyoruz canım. (Bilenler bilir bu canım tanıdık bir canım'dır.) Sadece yazmak istediğimi yazacaktım.

Sanırım öyle de oldu. Yazdıkça duruldum. Belki uyurum.


(Yine hiç okunmayacak bir saatte yazdım ya kendimi tebrik ediyorum. Hala yatmayanları öpüyor, erken kalkanların da güne bu yazıyı okuyarak başlamalarını tavsiye etmiyorum ki yazıyı baştan sona okuduğunuzu düşünürsek artık çok geç.

Madem konu Tutunamayanlar'dı niye alakasız bir yerden girdin konuya diye merak eden olur diye bir not eklemeyi de görev bildim. Bu kişi ya benimle tanışmıyor ya da ilk defa yazdığım bir şeyi okuyor. Ona bu yazının şu saatte yazabileceğim en konu bütünlüklü yazı olduğunu belirtirim.

Bir de, evet başlık bulma konusunda biraz kıtım ya da tembelim ya da her neyse, Turgut Özben'e saygılar.)