14 Temmuz 2013 Pazar

Lord Arthur Savile'in Suçu

En son ne zaman Oscar Wilde okuduğumu hatırlamıyorum. Çocukken okumuşumdur. Gerçi lise hazırlıkta Dorian Gray'in Portresi'ni İngilizce öğrenmek için hazırlanan kitaptan okumuştum ama onu saymak hile olur.
Bu yüzden Oscar Wilde ile yeni tanışmış sayıyorum kendimi. Bu tanışıklığı da Jorge Luis Borges'e borçluyum. Burada asıl ilginç olan ise Borges'ten yalnızca bir kitap okumuş olmam. Bu aslında benim büyük bir ayıbım bunu biliyorum ve bu fantastik öykülere de yakışan kaderci bir savunmayla henüz zamanı gelmedi diyorum. (Ama okuduğum bir kitapla dahi Borges'e güvenebileceğimi biliyorum ki yanıltmadı da.)
Kitapta beş öykü var.
Lord Arthur Savile'in Suçu
Canterville Hortlağı
Mutlu Prens
Bülbül ve Gül
Bencil Dev

Son üç öykü Borges'in de önsözde dediği gibi Andersenden Masallar tadında. Güzel öyküler bunlar da ama dünyada ne çok acı var, fedakarlık, iyilik vs. türünde didaktik melankolik bir fantastikliğin ilk iki öyküden sonra beni hayal kırıklığına uğrattığını söyleyebilirim.
İlk öykü Arthur Savile'in Suçu oldukça etkileyici ve garip bir şekilde eğlendirici. Borges'in önsözde dediğine göre İslam dinine özgü bir kader anlayışı var. Bana kalırsa öyküyü etkileyici kılan bu kader anlayışının karşıtını da içinde barındırması, kaderi kabul etmek ama her şeyi kontrol altına almaya çalışmak. (İkinci öyküde de benzer zıtlık başlangıçta hortlağa inanmayan Amerikan ailesinin daha sonra hortlağı kabullenip bezdirmeye çalışmasında görülür.)
İlk öykü fantastik öğelerden hoşlanmayan okur için tamamen tesadüfler ve aptallıklar silsilesi olarak da okunabilir ama ikinci öyküde bir perili köşk ve bir hortlak vardır. Öyküyü okumaya başlamadan önce perili köşkü satın alan Amerikalı aile gibi o hortlağı kabul etmeniz gerekir. Hikaye Amerikalıların 'Modern bir toplumdan geliyorum, bizler paranın satın alabileceği her şeye sahibiz.' diyerek hortlağı da eve dahil olan her şey kapsamında satın almasıyla başlar. Sıradan gotik bir hikaye olarak başlayıp ironik anlatımıyla çok fazla söz söyleyen bir hikaye aslında. Amerikalıların yaklaşımı, hortlağı gurur, onur, duygu gibi kelimeleri tekrarlayıp durması ve sonunda hayaletin fendi...
İki öyküde de oldukça hoş detaylar var. Kahkaha atarak okunan ilk öykülerin ardından son öyküler melankolikleşiyor ve benim gibi melankoli halinden pek de hoşlanmayan biriyseniz ilk öykülerdeki ritmi arıyorsunuz.
Sonuç olarak Babil Kitaplığı'ndan seçtiğim ilk kitaba 5üzerinden 3 puan verdim ve 'Sıradaki!' dedim.


(Bu puanlama olayıyla aram hiç iyi değil bu arada, goodreads kullanıyorum ve her seferinde acaba ne puan versem diyerek kara kara düşünüyorum. Dönüp dönüp puanlarımı değiştirdiğim de çok olmuştur. O yüzden siz yorumuma güvenin ama puanıma güvenmeyin.)


Che Vuoi?

Önsözü kitabı bitirdikten sonra okuyanlardanım. Hem etkilenmek istemem hem de önsöz yazarına pek güvenmem. Ne yapar ne eder ağzından kaçırıverir aslında benim okurken keşfetmem gereken bir sırrı. Yine öyle yaptım ve Aşık Şeytan'ı okumaya başladım.Siz de henüz okumadıysanız ve okuyacaksanız bana güvenmeyin ve yazıyı okumaya devam etmeyin. Merakla başlar hikaye, Alvaro'nun Kabala sözcüğünü merak etmesi ve ortamda bulunan bir arkadaşın bu merakı tetiklemesiyle Alvaro ruhlar alemine hükmetmek ister. Cahil cesareti, ego tatmini, karizmayı çizdirmemek söz konusudur artık bir kere şeytanı alt edeceğini söylemiştir. 'Balzemuth' diye seslenerek çağırır şeytanı ve karşısına dehşet verici deve başıyla çıkar şeytan ve sorar 'Che Vuoi?' yani 'Ne istiyorsun?' Aslında ne istediği pek de belli değildir, hükmetmek istiyordur bir şekilde. Şeytanın efendisi olmak istiyordur. Şeytanın efendisi olacak ama kendi erdemlerinden de vazgeçmeyecek. Deve başının sevimli bir köpek olmasını ister ardından da hizmetkar derken Biondetta olur şeytan ve bir kadın bedenine hapsolur. Bir sürü baştan çıkarma oyunu oynar Biondetta aynı bedende de olsa rolden role girer. Alvaro ise her şüpheye düştüğünde annesini öne sürer, ya annem ne der?
Kitabı okurken bu kitapta psikiyatri için amma malzeme var derken buldum kendimi. Erkeğin tahakküm arzusu, kadının teslimiyeti, cinsiyetçi roller ki burada gerçekten de kadın roldür, anneye olan aşk, kişinin kendini başkasında görmesi vb. Cazotte bu kitabı 1772 yılında yazmış ki Freud'dan da Lacan'dan da çok çok önce. Ama tabii gözlerinden kaçmamış bu kitap. Örneğin Lacan 'Ne istiyorsun?' sorusu üzerinden ayna teorisine örnek göstermiş Aşık Şeytan'ı. (yazıya şuradan ulaşabilirsiniz.)
Lacan'ın kuramlarına biraz göz atıp 'İnsan arzulanmayı arzular' cümlesini görünce belki de şeytanın sorusunun cevabı budur demekten alıkoyamadım ben de kendimi. Şeytanın istediği de arzulanmak değil mi?
Biraz da yazardan bahsedecek olursak Jacques Cazotte 1719 yılında doğmuş ve 1792 yılında kraliyetçi olması nedeniyle idam ettirilmiş. Sen git aydınlanma çağında kralcı bir de okültizme meraklı ol, 'tabii yazarsın öyle şeytanlı deve başlı hikayeler' demiyor edebiyatı biraz da bu yüzden seviyorum.

(Şurada kitabın çizimli Fransızcası var, Fransızca bilenlere ne mutlu, benim gibi bilmeyenler de çizimlere baksın artık.)
Bu arada bu kitabı seçmemde etkili olan bir isim Jorge Luis Borges ise bir diğeri de İsmail Yerguz'dur. Bugüne bugün 'Yaşam Kullanma Kılavuzu'nun çevirmenidir ya daha ne olsun.)


Dilek Evi

Babil Kitaplığı'nın 11 numaralı kitabı 'Dilek Evi' benim ise bu seriden okuduğum üçüncü kitap. Borges'in önsözü ve beş öyküden oluşuyor.
Dilek Evi
Sahibler Savaşı
Siperlerin Madonnası
Allah'ın Gözü
Bahçıvan
Kipling daha önceden duymadığım bir yazardı. Bir yanda okumam gerekip de henüz okumadığım yazarlar bir yanda henüz adını bile duymadıklarım bir yanda ise tüm kitaplarını okumak istediğim ya da kitaplarını yeniden okumak istediklerim. Hayat kısa. Bu nedenle tanıştığım her yazarı büyük bir zevkle bağrıma basıyorum. Okuduğum her öyküden ayrı bir haz alıyorum.
Dilek Evi'ni beğendim. Yazarın hikayeyi hazırlayışı, bizi bir anda değil de yavaş yavaş fantastik ögelerle sarışı oldukça başarılı. Yapay olmayan diyaloglarla hikayeye dahil oluyoruz ve yine güçlü betimlemelerle o an oradaymışız gibi hissediyoruz. Kitap dün bitti ve ben karakterlerin hiçbirinin adını hatırlamıyorum bile ama kadının ördüğü sepet uzansam tutup alabileceğim bir yerde sanki.
Siperlerin Madonnası ve Bahçıvan öyküleri de Dilek Evi ile benzer özellikler taşıyor. Fantastik ögelerin gündelik olaylara dahil oluşu benzer biçimlerde oluyor. Yazarın yemeğe sırasıyla yaptığı eklemeler aslında işin sırrı, dozunu yalnızca kendisinin ayarlayabildiği. Her ne kadar yazarın dil ve anlatımını, kurguyu sevdiysem de hikayelerdeki fedakarlık, sevgi gibi kavramlar sihir, dilek gibi kavramlardan daha fantastik geldi bana. 'Sevgi başlı başına sihirdir' diye düşünmeyen benim gibi görece duygusuz bir okur için bir karakterin öyle bir fedakarlık yapması bir büyünün gerçekleşmesinden daha imkansız. Yazar tabii bunu bilinçli olarak yapmış olabilir. 'Yalnızca böyle bir durumda fantastik ögeler tetiklenebilir' de bir bakış açısı.
Allah'ın Gözü de severek okuduğum bir hikaye oldu. Diğerlerinden oldukça farklı. Fantastik ögeler burada karakterlerin düşüncelerinde. Borges'in de dediği gibi gerçek olabilecek bir hikaye.
Sahibler Savaşı'na gelirsek, beni bir türlü içine çekemeyen bir öykü oldu. Suçu metrobüse atabilirim. Öyküyü daha sonra tekrar okuyabilirim ama şimdilik ikisini de yapmıyorum ve bu öyküyü yorumsuz bırakıyorum.




Borges sesimi duyarsa

Keşke başka bir şey isteseymişim deriz ya hani kırk yılda bir yanımıza uğrayan şans meleğine yanlış dilekte bulunmuşuz gibi. Geçenlerde fantastik kitap önerisi istiyorum dediğim bir yazı yazmıştım Morgue Sokağı Cinayeti'ni okuduktan sonra. Tabii blogumu çok az kişi okuduğu için ya da okuyanların çok azı fantastik edebiyat sevdiği için ya da hem yazıyı okuyan hem de fantastik edebiyat sevenler cevap yazmaya üşendiği için- uzatılabilir bu cümle ve uzattıkça daha itici olabilir,duruyorum- herhangi bir öneri gelmedi bana. Derken bir kitapçıda gezinirken kitap kapaklarıyla Babil Kitaplığı serisi dikkatimi çekti. Öyle sadece kapağa bakıp kitap alanlardan olduğumu düşünürseniz üzülürüm ama kapaktaki 'Jorge Luis Borges tarafından hazırlanan fantastik edebiyat dizisi' yazısını görünce yazarların ismine bile bakmadan rastgele iki kitap seçip aldığım doğrudur.
Öneri istiyordum ve öneri Borges'ten geldi daha ne olsun! Kitapları okumaya başlayıp fantastik sulara daldıktan sonra da diyorum ki, yo yoo bu tesadüf değil, Borges ya da başka her kim varsa beni duydu ve o kitapları görmemi sağladı.
30 kitaptan oluşan ve Dost Yayınevinden çıkan Babil Kitaplığı, değerli yazarlar ve değerli çevirmenlerle okunması, incelenmesi gereken hele de benim gibi kütüphane meraklıları için mutlaka alınması gereken bir seri. Ayrıca benim gibi metrobüs mağdurları için de yolda okumalık, çantada kolay taşımalık kitap tasarımıyla sevindirici. ( Birazcık daha uzatırsam reklamcılık diline tamamen geçiş yapacak yayıneviyle reklam anlaşması yapacak kıvama geleceğim. Bu nedenle burada kesiyor ve kitapları anlatmaya başlıyorum. Bir de zaten kaç yıldır olan bu seriyi yeni keşfetmiş olduğum için kendimden utandığımdan çok uzatmıyorum) 
Henüz üç tanesini okudum.






5 Temmuz 2013 Cuma

#diren

Uzun zamandır yazmıyorum. Uzun zamandır okumuyorum da. O kadar da uzun değil ki dersen o zaman sana bu normal bir zaman değil 'direniş zamanı' derim. Ne yazarsam eksik ne yazarsam haddim değilmiş gibi; ama bir yanda da okuma yazma isteği hep bir yerlerde. Bugün susarsan ne zaman konuşacaksın bunu yazmazsan ne yazacaksın ki diyor. Ben cesaret edemiyor susuyorum. Ama okuyorum.

Gezi Kütüphanesi'nden aldığım bir kitapta,
Benden önceki sahibinin altını çizmediği bir şiir tam da 'direnmek' diyor.
Tesadüf bu ya,


''Ama felsefe yapan kişi, dünyadaki en küçük şeyin biledeğişmesini, farklı olmasını isteyecek bir tutumun,ancak bir bütün olarak dünyanın kendisine direnmekleolanaklı olduğunu bilir.- Dünyada bölük pörçükhiçbirşey yoktur: her bir şey, bütün herşeyinayrılmaz parçasıdır- ya da hiçbirşeydir.
Herhangi birşeye direnmek, dünyaya dünyadakiher bir şeye, dünyadaki herşeye, giderek, dünyanınkendisine direnmektir- -bu da, işte felsefedir. ''
(Oruç Aruoba, de ki işte) 


yani #direnfelsefe #direngeziparkı #direnşiir #direndirenebildiğinkadar