14 Ocak 2012 Cumartesi

değişik

Teslimime çok az kalmışken millet harıl harıl çizim yaparken arkadaşımın paylaştığı bir şiirle kendimi şiirler arasında dolaşıyor buldum. Şarkı falı yaparsınız ya hani şiir falı yaptım ben de sıradaki şiir beni anlatsın dedim.
Ve bu çıktı karşıma. Sorduğum bazı sorulara cevap oluyor. Çünkü benim istediğim değişik bir şey. Kendimi saçma sapan genellemelere sokmaktan vazgeçiyor ve bir nebze olsun rahatlıyorum.



Değişik
Başka türlü bir şey benim istediğim: 
Ne ağaca benzer, ne de buluta. 
Burası gibi değil gideceğim memleket 
Denizi ayrı deniz, 
Havası ayrı hava..

Bir başka yolculuk dalından düşmek yere 
Yaşadığından uzun

Bir tatlı yolculuk dalından inmek yere 
Ağacın yüksekliğince 
Dalın yüksekliğince rüzgarda 
ve bir yeni ömür 
Vardığın çimen yeşilliğince

Nerde gördüklerim? 
Nerde o beklediğim 
Rengi başka 
Tadı başka..

Can Yücel

13 Ocak 2012 Cuma

mutluyummutlusunmutlu

Dünyaya mutlu olmak için geldiğimize inanmıyorum. Bu yüzden hayattaki tek amacı 'kendi mutluluğunu sağlamak' olan insanlardan değilim. Sanmayın ki başkalarının mutluluğu için koşuşturanlardanım. Bu insanlar da büyük ihtimalle hayattaki amaçlarının insanları mutlu etmek olduğunu düşündüklerinden değil başkalarına yapılan iyiliğin verdiği hazdan mutlu oldukları için iyilik meleği rolüne bürünüyorlar.
Peki dünyaya acı çekmek için geldiğimize mi inanıyorum? Yo yoo karamsar bir insanım evet. Asla bir Pollyanna olamam evet ama arabesk bir insan olmak da doğama ters. 'Ben acılar çocuğuyum.' diyerek ağlayamayacağım. Acı çekmeyi meziyet sayıp nirvanaya ulaşmanın ya da mutluluğa giden yolun ya da her neyse doğruyu bulmanın acılarla orantılı olduğunu düşünmüyorum.
Ama kendini tanıyan insanın 'mutsuz' olacağına inanıyorum. Her ne pahasına olursa olsun 'anlamaya, tanımaya ve bilmeye' çalışıyorum. Bilirsem mutlu olacağım için değil, mutlu olmamın nedenini bilmek istediğim için belki de.
Olaylara bakış açım ve bir noktadan sonra dönüp dolaşıp geldiğim yer beni çıldırtıyor. Kendimle çelişiyorum ve iki ucu boklu değnekle yürüyorum.
Değnek demişken güzel olmaz mıydı sadece sihirli değneklere inanmak?

korkusuz korkak

Büyük konuşuyor ama küçük adımlar atıyorum. 'Korkak' bir insanım eğer 'Ne kadar da cesurca' dediğiniz bir şey yapmışsam anlayın ki bu deli cesaretindendir.
Ne zaman büyük konuşsam daha da siniyorum. O sırada tüm söylediklerimi geri almış olmayı diliyorum. Bazen keşke 'susabilsem' diyorum.

8 Ocak 2012 Pazar

bazen öyle olur işte

Bazı şeyleri kafamda nasıl büyüttüğümü, önemsiz olan ne varsa onları çok da önemli sayılabilecek kavramlarla nasıl özdeşleştirdiğimi görseniz şaşırırsınız. 'Hadi canım oradan o sonuca nasıl ulaştın?' dersiniz. Ben de anlamıyorum ama bir bakmışım tuttuğum ipin ucu beni karanlık bir kuyunun dibine götürüvermiş.
O kuyunun içinden çıkmak için de hiç çaba sarf etmiyorum. Belki de suyu yavaş yavaş ısınan kurbağa misali deneydeki görevimi başarıyla yerine getiriyorum.
Sonra bir bakmışım 'Mutsuzum' ben. Ama bu mutsuzluk öyle nedeni olan 'Şu yüzden' diye açıklayabileceğim bir mutsuzluk değil. Düpedüz büyük annelerimizin 'şımarıklık' olarak adlandıracağı türde bir mutsuzluk. Hani kızılcık sopasını alsalar da peşime düşseler haklılar.
Mutsuzluğumu nedenlere dayandırmaya çalışacak değilim. Ama 'neden' sorusuna verilecek bir cevabının olmaması bazen can sıkıyor. Bu da en azından bir neden oluşturmuş oluyor ki oldukça çelişkili.
'İşte' diyorum bazen, verilebilecek en güzel cevap. En çok da kendime veriyorum bu cevabı.
'Bazen öyle olur işte.' Bazen belgisizdir her şey.

(Şimdi aklıma geldi karanlık bir kuyu demişim. İlahi neslihan aydınlık kuyu mu olur?)

7 Ocak 2012 Cumartesi

Tanıdık...

Bazen her şey, herkes o kadar yabancıdır ki 'tanıdık' huzursuzluğunuzu bile özlersiniz. Öyle ki, duygular da yabancıdır. Bu başka bir huzursuzluktur. Beklediğiniz başka bir mutluluktur. Zaten özlem de bambaşka bir özlemdir. Bambaşka bir gecede bambaşka düşler kurarsınız.
İsimler aynı olsa da başkadır yüzler. Yüzler aynı olsa da başkadır hisler. Hisler aynı olsa da...
Başkadır işte. Bambaşka.


Dikkat: Hasta iken okumayınız

Beş yıl önce elimde bir kitap yatağa uzanmışım. Kitabın adı 'Aylak adam'. Kitap kurdu sıra arkadaşımla kitap değiş tokuşu yapıp duruyoruz o yıl. Öss'e hazırlık süreci deyip geçmeyin ömrümde en çok kitap okuduğum dönemdir. Evdekileri de kitap okuyunca soruları daha iyi anladığıma ikna ettiğimden kitabı bırak da test çöz demeyi bırakmışlardı. (Keza sonuçta Türkçe'den tüm soruları doğru yapıp matematikten hiçbir şey yapamayınca bir yerlerde bir yanlış olduğunu düşünmüş ama ne olduğunu bulamamıştım.)
Neyse arkadaşım kitabı bana verirken 'Değişik bir kitap beğenip beğenmediğimi anlamadım.' demişti. 'Ama büyük ihtimal sen seversin. Fikrini merak ediyorum.' demişti. Bir kitabı beğenip beğenmediğinin anlaşılmaması benim de başıma sık gelen bir durumdur. Sevdim ya da sevmedim diyemem öyle çivilenir kalırım. Neydi şimdi bu?
Kitabı aldım ve eve gider gitmez okumaya başladım. Fakat o gece şifayı da kapmışım bir yerlerden. Bir yandan 'Aylak Adam'ı okuyorum bir yandan da yatakta terliyorum, gözlerimden yaşlar geliyor. Hastalıklı bir ruhla hasta bir bedende tanışırsanız o ruh o bedene sahip olur.
Yatakta dönüp dururken, kısa süren uykuların anlamsız rüyalarında hep C. vardı. Ya ben B. oluyordum ya N. idim. Ya da C. Ya vazgeçiyordum, ya resim yapıyordum ya sokakta dolaşıyordum. Kitabın içine hapsolmuştum ama. Yeter! diye çığlık atmak istiyordum. Kitabın içinden çıkmak istiyordum.
Tüm gece hastalıkla ve de kitapla boğuştum. Kitabı hatırlamıyorum ama kitabın içine hapsolmuş halimi dün gibi hatırlıyorum. Ben o sokaktaydım, ben o masadaydım, ben o ailenin bir üyesiydim ve cık cıklıyordum. Ben merdivenleri çıkan arkadaşına sevgilisinin adını soramıyordum. Ben otobüsün arkasından bakakalandım. ben en çok B. olmak istiyordum. Ben geçip gidendim, terk edendim. Ben bekleyendim. Kafamda B. ile C'yi karşılaştırıyor yine ayırıyordum. Ve daha neler neler. Araya tanıdıklarım giriyordu. Ya da tanımadığım yüzler belli ki onlar da kitap kahramanı.
Kitabı geri verirken ben de emin olamamıştım işte sevip sevmediğime. Kitap beni içine almıştı. Ben kitabın içine dalmıştım nasıl sevmezdim. Ama ya gece boyunca gördüğüm kabuslar. Bir daha hastayken kitap okumayacaktım.
Sözümde durmadım ve iki gün önce elime yine bir kitap aldım. Woody Allen bu kez. Onun mizahı bana iyi geliyor belki de ilaç olur derken Woody de yaptı yapacağını. Beni aldı daha önce tiyatrosunu da izlediğim 'Tanrı' oyununun içine kattı.
'Tanrı Öldü!' demelerim eski yunan sokaklarında koşturmacalarım, kocaman tahta bir atı kim ne yapsın ki? Bir tiyatroya misafir olmuş, kitap yazarının da tiyatro yazarının da tiyatrodaki yazarın da yazdıklarına aykırı davranmıştım. Ve hastayken tiyatro oyuncusu olmak inanın çok yorucu.
Eğer hastaysanız bir romana girmeye kalkışmayın. Ama yine eğer bir romana girmek istiyorsanız bunun en iyi zamanı hasta olduğunuz zamanlar. Tıbbi bir bilgim olmadığından hangi hastalıklarda geçerli olur bilemeyeceğim ama ben denedim grip tek gidişlik bileti sağlıyor. Ama size tavsiyem yine de hasta iken okumamanızdır.
(Hastal seyahat gibi bir isim verilebilir bu olaya. Bence araştırılsın bu, dünyaya bir katkım olur böylece.)

4 Ocak 2012 Çarşamba

Rüyada Zeki Müren Görmek

Geçende arkadaşıma, rüyamda bir kez Tarkan'ı görmüştüm dedim. Bir daha görsem bir çift lafım olacak diye başlayıp bir geyik döndürdük ki bilinçaltım bunu bellemiş. Tarkan olmuyorsa Zeki Müren verelim demiş. İlahi bilinçaltı Tarkanlı rüya ile Zeki Müren'li rüya hiç bir tutulur mu? Ama neticede rüya tabirine göre 'ünlü ünlüdür.'
Yıllar önce sanırım Tarkan'a atar yapmıştım rüyamda, bu bana kör kütük aşık falan...Yok yok sallamayayım şimdi rüyayı hatırlamıyorum. Ama bugünkünü az buçuk hatırlıyorum.
Mekan: Kuzguncukta bir cafe
Saat: Sabahın körü
Orada ne işim var: Aslında Çengelköy'e bir iş için gidiyorum işin ne olduğunu hatırlamıyorum ya da gizemli ama Kuzguncuk'tan otobüse binerek gideceğim nedense. O sırada ben bir dükkana girmek istiyorum. 2 katlı değişik tasarım ürünleri, nostaljik şeyler satan bir yer. Tam gireceğim ki alt kattan merdivenden bir adam çıkıyor birine selam veriyor falan. Ben de nedense dükkana girmeye çekiniyorum. Yokuşu çıkıyor ve üst kattaki kapısından içeride buluyorum kendimi. (Burada mimari detaylar da söz konusudur bir de Kuzguncuk'ta böyle bir yer yok ona da eminim.)
Olay nasıl gelişiyor: Kapıdan girdiğim an bir sandalyeye oturuyorum sandalye tam kapıya bakıyor. Sonra yandan bir adam ve bir kadın beni karşılıyor, bekliyorlarmış gibi. 'Aa henüz sadece bilmem kim ile bilmem kim geldi' diyorlar. Benim gelmeme sevinmiş olmakla beraber erken geldiğim vurgusunu içeriyor. Tam o sırada kapıdan heybetli biri giriyor; 'Zeki Müren'. Hemen bana ellerini uzatıyor. Kimsin? diyor. Kekeliyor ve adımı ardından okulumla bölümümü söylüyorum. Bölümüm orada o saatte bulunmama kılıf. Şeey mimarlık öğrencisi olduğum için ödev için diye geveliyorum. (Oysa Çengelköy'e gitmem gerek ve nedenini saklıyorum. Keşke Zeki Müren' e söyleseydim de ben de öğrenseydim, merak ettim doğrusu.)
Sonra hadi masaya geçelim diyorlar. Elim ayağıma dolanıyor. Şimdi masada ne tarafa geçmeliyim. Zeki Müren'in kolunun altında odaya girmeme rağmen onunla yan yana oturmak ne haddime diyor ve masanın kimse için önemli olmayan uzun kenarının orta kısmında bir yerlerine geçiyorum.
Rüyanın bundan sonrası yok. Yemek nasıldı, neler konuşuldu kim bilir. Belki de Son Yemek tablosuna taş çıkartacak devamını sonra görürüm.
Rüyamı tabir etmek isteyen varsa beri gelsin. Ama bence geçende Kuzguncuk'tan Çengelköy'e yürüme maceramızla ve Çengelköy'de Mert Fırat'ı görmemle alakalı. iyi ama Tarkan ve Mert Fırat olsa tamam da...
Niye Zeki Müren?

Not: Rüyada Zeki Müren görmek Bkz: Bunabir de buna

2 Ocak 2012 Pazartesi

konusu yeni yıl olmayan yeni yıl yazısı

Merhaba yeni yıl! Yok yok bu sevimlilikte bir günümde değilim. Yani isterdim yılın ilk yazısının bu temada olmasını ama yok yok bildiğiniz final zamanındayım. Yani bu yüzden 'Hoş geldin yeni yıl bana sağlık mutluluk getir' modunda da değilim anlayacağınız üzere. (Dün ve önceki gün de değildim gerçi bir ara olur gibi oldum ya neyse...Ayrıca şuraya yazarken çıkan her imla kırmızısına sağ tıklayıp önerilen kelimelere bakarak dikkatimi dağıtmayı başarıyorum. Sonra bu kız neden konudan konuya atlıyor? Modunda yazınca kodunda, odunda dersen bana benim de o odunu alıp başına vurasım gelir ama.)
Dönem boyunca okula zorla da olsa git, didin bir şekilde vizeleri de atlat ama final gerçeği karşında. Neredeyse üniversite de bitiyor ben hala öğrenci olmayı öğrenemedim. İşlerimi vaktinde halledip de 'annee bittiii'  demeyi beceremedim. Son dakikaya kadar gez toz, onla bunla orda burda takıl sonra gel saat 9dan sonra çalışmaya başlamaya çalış 12den sonra çalışmaya çalış. Ön sevişme biraz fazla mı sürüyor ne!
Bazen bunlar son sitemlerin olacak notla ilgili bak şunun şurasında kaç dersin kaldı ki hadi dayan çalış diyorum kendime bazen de üretebildiğim bahaneler beni bile şaşırtıyor. Vay be ben neymişim!
Bu yazı final zamanı uyarı niteliğidir yalnızca. Ardından gelecek proje hazırlık sürecinde bozulan ruh sağlığım (ki şimdi normal olduğu tartışılır.) ve çekilmez hallerimle karşılaşacaksınız. Şurada bir seçmeli derse çalışmamak için oyalanıp duran insan proje söz konusu olunca ne kadar yaratıcı olur düşünün hele. Hayır bir de bahsettiğim süre kadar çalışsam ohooo 'çok laf az iş' en temel felsefem. Halt etmiş 'less is more'
Bu arada büyük ihtimalle 'Amaaan hep aynı şeyler' der geçersiniz şu yazdıklarıma hep aynı sitemler bıktık. Ya da 'Kaynımda da var' dersiniz. Bilemedim. Ama böyle zamanlarda çenem düşer benden söylemesi. ( Burada yazar bazı zamanlarda çenesinin düşmediğini vurguluyor ki inanmayınız.)
Hadi bana kolay gelsin.