31 Ocak 2011 Pazartesi

büyüyemedim

Geceleri oturup güdüzleri uyuduğum bilinir. Zamanla ilgili problemlerimin olduğu da. Ayrıca ne hız problemlerimi çözebilmişimdir şu hayatta (her yere geç kalırım) ne havuz ne de yaş problemlerini. Yaş problemlerimi çözemememin altında ise sanırım bir Benjamin Button'lık var.
Şu yaşıma gelene kadar herkes yaşıma göre olgun davrandığımı iddia etti. Kimisi bunu bir övgüyle yedirdi. Kimisi siteme buladı. Ama farketmez herkes tam fikirdi. 'Bu kız büyümüş de küçülmüş.'
Akıllı, uslu, hanımhanımcık diyenler çıktı sonra. Çocukken 'çocuk' gibi davranmamışım belli. E o zaman terazi dengeyi bulmak ister ve beni tepetakak yapar 20 yaşımdan sonra. Evet ben 20 yaşından sonra küçülmeye başladım. 'saçmalama' 'çocuk gibi davranıyorsun' 'çocuklaşma' gibi cümleler yöneltildi bana. Ve ben her çocuk gibi 'yapma' dedikçe daha fazlasını yaptım. Yapmaya da devam ediyorum.
Akıllı, uslu, hanımhanımcık çocuk yerini manyak, deli, çocuksu bir dengesize bırakıyor.
Bakalım taşlar ne zaman yerine oturacak?
Ve bakalım ben o zamana kadar kaç 'cam' kıracağım, kaç top patlatacağım ve kaç kere düşüp düşüp kendimi kanatacağım. Bilinmez. Ama yaraların daha geç kabuk bağladığını biliyorum.

22 Ocak 2011 Cumartesi

afiyetteyiz

Kurutulmuş acılar serpiştirilmişti göz kapaklarının altına, sarı bir sağrıdan ibaretti gördüklerimiz. Biraz daha incelersek, güneşten unufak olmuş gerçekleri görebilirdik, kırık bir aynadan yansıyan zahiri görüntüleri...Ama korkuyorduk daha derinine inmeye. Yüzeyden uzaklaştıkça daha da kırılacak olan hayaller filtrelenmişti olanaksızın ve saçmalığın eleğinde. Geriye kalanlar gerçekliğin masasında yerini almış, ara sıcak ismi altında bizi kandırmaya başlamıştı. Hangi çatalı kullanacağımızı bilmiyorduk.
Mayhoş tatlar, acılar ve ekşiler serpiştirilmişti bulutların altına, bir dilek ağacının dallarına. Biz de acıların olgunlaşmasını bekliyorduk. Gözyaşı zamansız düştükçe, toprağa ihanet eden diller çapalara tutundukça acı çürüyordu dalında. Bir kedi merdiveni tutturulmuş gövdesine dileğin ama korkuyorduk daha yükseğe çıkmaya. Yüzeyden uzaklaştıkça gerçekliği görüş açımız artacak çaputlara bağlanan dilekler açılacak, meyveler dalından kopacaktı. Hangisi mayhoştu hangisi acı bilmiyorduk. Ekşiyi sevenler şanslı! tatlı ise sofradaki sırasını beklemeli. Hepsini eteklerimize dolduracaktık.
Dilimlenmiş saat yerleştirilmişti sağ köşeye. Diyette olanlar sol köşeye oturmuş diğerlerini beklemeden ana yemeğe koyulmuştu. Tavuk mu istersiniz kırmızı et mi? Ah yoksa vejeteryan mısınız?
Sofradan bir anı fırladı. Açık unutulmuş bir tencereden içeri girmiş kaynadıkça kaynamıştı. Havada iki parçaya bölündü ve biri onun avcuna düştü. Ah dedi. Kapadı gözlerini. Diğeri ise duvardaki aynaya kadar koştu fiziği hiç sevmediğini kaykırarak ve parçalandı ayna, 7 yıl uğursuzluğun habercisi olarak.
Güneş çalıyordu sofraya, çatalla içilen çorbalarda parıldayan sırlı cam kırıkları mayhoş bir tat veriyordu. Meyve yerine tatlı alacaktım bu yüzden. Sonra da çorbamı içecektim.
Bu düzensiz sofrada tüm korkular kaybolurdu ve biz yerdik sadece ama çatalla ama kaşıkla. Sırasız, sarı bir sancıdan ibaretti gördüklerimiz.


20 Ocak 2011 Perşembe

Pippi, Bacaksız ve diğerleri















Uzun çoraplı Kız Pippi ile Cincin Adası'ndayım. Koleksiyonlarımıza katacak değişik nesneler topluyoruz. Benim çoraplarım beyaz danteli, çabuk kirleniyorlar annem kızacak ve ben Pippi'ye imreniyorum. Ama onu nasıl sevdiğimi bilemezsiniz. Bizim 'Bacaksız'la tanışsın birlikte okula gidelim istiyorum ama Pippi bu fikre yanaşmıyor, zaten Bacaksız da Pippi'yi kıskanıyor.

Kırmızı bir balonum olsun istiyorum ama kimse onu elimden almasın ve o da uçup gitmesin, ama tüm balonların er ya da geç patlayacağını öğreniyorum vazgeçiyorum, sonra Şeker portakalı geliyor aklıma ve beni ağlatmayı başaran bu erkek için üzülüyorum. Belki ilk defa ona ağlıyorum.

Geceleri bahçemizdeki agacın bir dilek ağacı olduğunu düşünüyor ve uyuduktan sonra başka diyarlara yolculuğa çıkacağıma inanıyorum dallarına konarak. Kimbilir belki de gidiyorum masalların diyarına. Tüm o periler, prensesler, krallar ülkesine...

Ne zaman üşüyerek uyansam kibriçi kız geliyor aklıma camdan bakıyorum, göremiyorum onu. Sırf bu yüzden sevmem noelleri. Ya o gelir aklıma ya da bir kış gecesi anne ve babasını kaybeden ve soğuktan donan küçük kadınlar. Daha sonra 'sefiller' girecekti hayatıma 'kimsesiz çocuk'la tanışacaktım. Ve daha çok şeyden nefret edecektim.

İnsanlardan sıkıldığımda kendimi 'Beyaz Yele'nin sırtında bulacaktım. Dört nala koşacaktık. Hem sonra gülibik vardı onunla da dertleşecektik daracak kümeste. Dalmaçyalılar beni yardıma çağırdığında koşacaktım ve onları o cadının elinden kurtaracaktım. Ama hayvanlara ne kadar yardım edersem edeyim küçük yaşta yanlışlıkla yuvalarını bozduğum kuşları unutamayacak ben de Ömer Seyfettin gibi 'ilk cinayet'imin ağırlığını taşıyacaktım.
Kaşağıyı kimin kırdığını bildiğim halde söyleyememiştim, ispiyonculuk kötüydü peki ya susmak...
Böyle zamanlarda içimdeki sıkıntıdan kurtulmak için maceralara girişirdim seksen günde dünyayı gezer, denizin altına inerdim fersah fersah, ıssız adalara düşer sonra mahalleye gelir ve Pal Sokağı'na uğrardım. Bazen de Gizli Bahçeye dalardım.
Ah bir de Tom Sawyer vardı. Sanırım ona daha çitleri boyadığı zaman aşık olmuştum. Tüm misketlerimi biriktirip onunla konşmaya fırsat olsun diye onları takas etmeye hazırdım. Saçları örgülü sarışın kız aramıza girecekti ama o kızı da sevecektim çocukluk işte.

Ah daha o kadar çok isim vardı ki oyun bahçemde. O kadar başka diyarlar vardı ki çocuk kalbimde. Ben büyüdüm dediğim gün abimin okuduğu bir kitabı aşırmıştım 4. sınıftayım ve roman 'Don Kişot' işte o zaman anlamıştım asla büyümeyeceğimi ve tüm kahramanlarımın çılgın olacağını. Açmıştım savaşımı yeldeğirmenlerine.

Bundan sonrası başka bir günün konusu, çocukluğum Can Yayınları'nın çocuk serisi (bavul gibi beyaz bir kutuda bir sürü kitap) ve ilkokul kitaplığımızdaki kitaplarla geçmişti. Ah bir de gazetelerin ekleri vardı. Ayşecikler, Robin Hood ve diğerleri. Anneme aldırttığım kitaplar vardı bir de her kırtasiyeye gidişimde bir tane aldığım Ömer Seyfettin, Gülten Dayıoğlu, Kemalettin Tuğcu kitapları ve nicesi...

Başka bir gün de size ilk gençliğimi anlatırım ben artık büyüdüm diyerek elime 'Gazap Üzümleri'ni aldığım günü.






16 Ocak 2011 Pazar

Hiç İçin

''Bedenime, haydi ayağa kalk, diyorum, harcadığı çabayı hissediyorum, yolun ortasında yığılıp kalan ve kalkmaya çabalayan, çabalamayı sürdüren, başaramayınca da çabalamaktan vazgeçen yaşlı bir beygire benzetiyorum onu. Kafaya, Onu rahat bırak, rahat dur, diyorum, soluk alıp verişi duruyor, sonra eskisinden daha kötü biçimde başlıyor yeniden. Tüm bu hikayelerden uzaktayım, hiç kafamı kurcalamamam gerekirdi onlarla, hiçbir şeye gereksinme duymuyorum, ne daha çok ilerlemeye, ne de bulunduğum yerde kalmaya, gerçekten de umursamıyorum tüm bunları, uzaklaşmalıydım onlardan, bedenimden de, kafamdan da, kendi aralarında uzlaşmaları için, son bulmaları için bıraksaydım onları, yapamıyorum, benim son bulmam gerekiyor.''

(Samuel Beckett, Hiç İçin Metinler, Ayrıntı yay., sf:84)

12 Ocak 2011 Çarşamba

Kovan

Örneğin ev ne? Evet iyi bir soruydu, şu anda içinde barındığı bu yapı neydi? Rakıdan küçük bir yudum aldı.
Bu ev bir kovandı. Bu ev bir kovansa o da bir arıydı. O bir arıysa bu kovanı kendi salgıları ve çabalarıyla yapması gerekirdi. O zaman ne burası bir kovandı, ne de o bir arı.
Ev benim gövdem, dedi. Tavan arası ne? Benim kafam. Tavan arasındaki kovan ne? Benim beynim. Kovandaki arılar ne? Benim düşüncelerim. Güzel dedi. Rakıdan bir yudum aldı. Peki dedi, evin içinde dolaşan ben kimim?
...

Tabancasını çıkarıp kovana doğru bir el ateş etti. Arılar saldırının nereden geldiğini biliyorlardı, doğrudan ona yöneldiler. Bir el daha ateş edemezdi, arılar bütün bedenini kaplamıştı.
Telefon da çalmıyordu artık.

8 Ocak 2011 Cumartesi

bilinçsiz akışım...

Bir adım ileriye gidemiyorum. Nasıl da korkuyorum üzülmekten nasıl da korkuyorum yenilmekten. Olduğum yerde sayıyorum bu yüzden. Bir sağıma bakıyorum bir soluma ama en çok da arkama bakıyorum. Silik hatıraları su yüzüne çıkarmaya çalışıyorum. Br yerlerde yazıyor olmalıydı diyorum bu sorunun cevabı. Ben bu hatayı daha önce de yapmıştım. Anlamıyorum bilmemkaçıncı kez girdiğim bu sınavda aynı sorunlarla boğuştuğum farkında bile değilim. Bir sonraki sayfayı açmak belki de hatalarımı ezberleyip onların tekrarından kaçmak elimde. Oysa ben yapmıyorum. Sizin kullanmayı çok sevdiğiniz o temiz beyaz sayfayı bulamıyorum. Yazılanları silip üzerine basıyorum. İşte durduğum nokta hatıralarımın silindiği, benliğimin belirsizleştiği, beynimin patlarcasına yorulduğu o incelmiş levha.

Siz napıyorsunuz bilmiyorum? Eminim bir şeyler için koşturuyor eminim bir şeyler için üzülüyorsunuz. Ya da alışkanlıklar...ah o bilinçsiz akışımlar...

‘'Kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun?’ dedi. Öleceğini bile bile yaşadığını unutmuştu o an.'' Özdemir Asaf

6 Ocak 2011 Perşembe

dön dön dünya dön...


penceredeyim ve sokağımıza gelen dönmedolapçı amcanın sesini duyuyorum. Bir tur binene bir tur bedava diyor. Anneme ayaküstü yalvarıyorum, hemen dönme sözü veriyorum ve pencerenin kenarındaki bozukluklardan aşırıyorum. Bu arada dönme dolap dediysem 4 koltuğu olan demir çubuğa tutturulmuş, düştü düşecek bir seyyar dönmedolap, lunaparklardaki gibi şu rengarenk kocaman olanlarından değil.
Bir turla başım dönüyor. İkinciyi istiyorum ama yine de. Zincir kopacak da düşecekmişim gibi hissediyorum. Durmamız gerektiği zaman amca bir anda ters döndürüyor oturakları ve öyle yavaşlıyoruz. Evet bir anda ters döndürüyor. Ne heyecan ama sanki o durma anı dönmekten daha güzel.

Nerden de hatırladım o günü bilmiyorum. Belki de tepetaklak olduğum şu günlerde yavaşlamamın nedeni budur diyorum. Bir tur daha gitmem için ya bir bozukluk daha bırakmalıyım amcanın avucuna ya da bir hafta daha yolunu gözlemeliyim dönmedolabın. Ve ben hayatın döngüsüne yeniden girebilmek için ters dönüyorum şu an. Fakat durmuyor, durmuyor...Amca bu kez hızlıca ters yöne döndürüyor. Belli onun da canı sıkılıyor.

Annem pencereden bağırıyor adımı. Arkadaşlarım inmemi bekliyor. Fazlası midemi bulandırır inmek istiyorum. Kafamı kaldırıyorum dönme dolabın başında kimse yok, dönme dolap da yok.


Nerdeyim ben?

(bu arada fotoğrafı gugıldan arakladım. telifinden affola)