27 Kasım 2010 Cumartesi

kaçış

Geri dönüş mümkün mü?
Kaçışlarımın amaçsızlığından sıkıldım.
Bir filmin kovalama sahnesinde asla yakalanmaya değer görülmeyen figüranım.
Sadece koşuyorum.
Vurulsam farketmezsiniz bile.
Kurguda bir hatayım belki de.

25 Kasım 2010 Perşembe

Dinle bak!

Ne zaman bir koşuşturmacanın içine düşsem ne zaman kendimi takip etmekten yorulup gölgeme otursam ya da ne zaman sadece gözlerimi kapamak istesem uyumadan işte o zaman derin bir nefes almaya çalışırım.
Ne kaç metrekare içinde yer aldığım önemlidir yüzeyde ya da kaç metreküp yer kapladığımdır uzayda. Başıboş kavramlar, basmakalıp sıfatlar, batansavma betimlemeler belirlemez ne olduğumu, kim olduğumu.
Aldığım nefesimdir sadece. Yaşıyorumdur öylece. Dinle bak! Nabzım atıyor .

''Ah aydınlıklardan uzaktayım
Kafamda o dağılmayan sükûn.
Ölmedim lâkin, yaşamaktayım
Dinle bak: vurmada nabzı ruhun.''
(O.V.KANIK)

20 Kasım 2010 Cumartesi

Daha Yakın

''Beni yakından takip eden şey
beni ikna eden katatonik gölgem.
Hareket etmiyorum.
Sendelemiyorum.
İlerlemiyorum.
Sadece poz veriyorum,
gölgem için bir model
siluetim için bir gölge.''

(Irvin D. Yalom- Her Gün Daha Yakın)

Bir sorun mu var?

Ne zaman içim içimi kemirse ne zaman bir yerlerde bir sorunun varlığından şüpheye düşsem yazmak isterim. Yazınca ne o sorunu bulabilirim ne de o kemirgeni kovabilirim ama yine de kusmak isterim kelimelerin zehrini. Yine o anlardan birindeyim.

Bu aralar garip haller içindeyim.
Aklıma annemin 'Kızım bu kazak nasıl?' diye soruşu ve benim 'garip' cevabım üzerine sinirlenerek yani 'güzel mi çirkin mi?' deyişi geldi. Cevap veremezdim bu sorusuna. Şimdi de öylece duruyorum. Bu durum iyi mi kötü mü bilemiyorum.

Bir arkadaşım galaksiden yıldızlardan bahsetti, bilmemne yörüngesinin bilmemneyi etkilemesinden etkileniyormuşuz, başka birisi küresel ısınma diyor; 'Bak havalar da zaten garip.' Bense sorunu evrene atıp öylece kurtulamıyorum. Her ne kadar Kasım ayında kısa kolla dolaşmak garip olsa da sorun burda olmamalı.

kİ ZATEN BİR SORUN VAR MI?
Değişken ruh halim, kararsız tavırlarım, umursamazlığım hep olağan şeyler miydi? Kendimi ve çevremi durmadan sorgulayışım, herkesi ve her şeyi acımasızca eleştirişim, hep burun kıvırışım ve kafamı çevirip ters yöne yürüyüşüm yeni değil mi?
Bilmiyorum.

Yaşadıklarıma ve geçirdiğim zamana yüzeysel olarak bakarsam bu aralar çok eğleniyorum. Hayatımın her anı dolu dolu geçiyor. Bir yandan yakın dostlarım, ailem, evim bir yandan yeni insanlar, yeni yerler... Ama derinine indiğim zaman bir eksik hissediyorum. Bu eksik yüzünden gülerken bir anda somurtuyorum, durup dururken bir off çekiyorum.

Sanırım ben korkularını dolabına kitleyip yatan o çocuğum. Endişelerim düşlerimi baltalıyor ve ben uyanık kalmakla uyumak arasında seçim yapmaya çalışıyorum. Uyanık olursam gözüm dolapta olacak. Peki ya uyursam? İki seçeneğim var ya düş göreceğim ya da kabus.
Ve sanırım ben şu anda düşten çıkıp kabusa düşmek üzereyim. Ah düşümü bozan o endişeler... Birisi o dolabı açmama yardım etmeli ya da uyumama izin vermemeli.

Sorunu bulamadım her zamanki gibi ve hala içim içimi yemekte binbir düşünceyle. Belki sizin bir fikriniz vardır. Belki de kemirgen çoktan kaçmıştır.

7 Kasım 2010 Pazar

bu maskenin bir büyük bedeni var mı?

Kendimi daha ne kadar kandırabilirim, ne kadar daha uzağa gidebilirim bilmiyorum. Birisi karşıma geçip gerçekleri söylediği zaman iki seçeneğim var ya kabullenmek ve susmak ya da inkar edip aksini ispat etmek. Bense sadece gülüyorum.
İşte böylesine gülüp geçiyorum en sahte halimle. Maskelerden nefret ederken kendimi soyunma odasında buluyorum birini çıkarıp diğerini takıyorum. Yakıştıramıyorum bir türlü ve sonra kabini açıveriyor bir densiz 'oldu mu?' diye soruyor, yoksa daha iğrencini daha pişkinini daha rezilini mi getirmeliyim? Benimkisi gibi. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Kapıyı açtığı için bağırmalı mıydım? Hayır bu maskeyle bunu yapmaya hakkı vardı. O zaman ona sempatik mi davranmalıydım. O sırada çıplaktım ve bunu yapamazdım. Gerçekleri söyledim ben de. O surata çarpıp geri döneceğini bildiğim gerçekleri.
'Hayır hayır sadece bakıyorum.'

cetvelle çizilen kedi

''Siz, saatleri yaşadınız. zamantaşlarını. Niceldir saatler. Adsızsırlar. Renklerini, kokularını kişiselliklerden alırlar.
Aylar birbirinin içinden yürüyebilir. Ağustosta bile marta gönderme vardır. Yine de gönderme mevsim mantığıyla sınırlıdır.
Günlerse bambaşka. bir günün öbürünün önüne geçmesine izin yok. Günün gizi hem kişiselliğimizde, hem de onun kendi kişiselliğinde.
Siz, saatleri yaşadınız. henüz sözcük haline dönüşmemiş, ya da bir sözcük karşılığı oluşmamış durumlar yarattınız. Tanığınızım. ''

Her zamanki gibi ne güzel diyor Cemal Süreya. Hele
'mühendisler geldiler; kedi resmini bile cetvelle çizerler.' derken titriyor içim, titriyor cetvelim. Ben ki hayallerimi cetvelin katılığına bırakmakta zorlanıyorken ben ki günlerim birbirinin içine geçerken saati unutuyorken ben ki zamantaşlarını parçalamaya çalışırken kendimi parçalıyorken...

''güneş her sabah verilmiş bir söz gibi doğuyordu.
gerçek neydi biliyor musunuz: her şey.''

Cetvelle çizilen o kedi oluveriyorum sonra o gerçeklikte. Kuyruğumu kıvıramıyorum, tırnaklarım çok keskin bir tek bıyıklarımı beğeniyorum briyantinle parlatsam böyle olmazdı hani diyorum ama tüylerim! Keşke onlar yumuşak olsaydı da insanlar benden kaçmasaydı. Ama olsun artık kirpileri anlayabiliyorum.