26 Eylül 2010 Pazar

Masallarım

Hayatımı küçük heyecanlarla bağladığımı farkettim bir günden diğerine. Rüzgarda sallamanın tadını çıkaramayacak olan, hep iç taraflara ya da bir çarşafın altına asılan iç çamaşırları gibi mandala ihtiyacı yok. Uçup gidemeyecek kadar güçsüz, kafasını çıkarıp kendini gösteremeyecek kadar cesaretsiz.
Ertelemeler, küçük telaşlar, dünyanın sonu değil ya...
Oysa dünyanın sonunu getirecek bir büyüye sahipmişçesine dengesiz, kararsız, tehditkar.
Boşvermişliğin gölgesine sığınmama rağmen arkama yaslandığım ağaç durmadan kemirilmekte. Biliyorum huzur burda değil.
Dergilerden kıyafet seçip hayaline giydiren genç kızlar, podyumdaki güzelleri her gece rüyalarına taşıyan delikanlılar, pamuk tarlasında altın topladığını hayal eden işçiler ya da altın madeninde pamuklu bir kıyafetle soğuk bir iklimde olmanın hayalini kuran madenciler, kocasının, kumasının koynundan çıkmasını bekleyen ve o sırada da bebeğini susturmaya çalışan kadınlar, büyümenin hayalini kuran çocuklar ve gençliğin ne olduğunu unutan yaşlılar...
Bilmiyorum huzur nerde?
Düşünemediğim yerde ya da hiçbir şeyden korkmadığım.
Onlar gibi olamayacağımı biliyorum. Rol yapmayı beceremeyen güzellik kraliçesi, her gece ağlayan mutluluk perisi, prensesin erkek kardeşine aşık bir prens var benim masallarımda. Keloğlan Rapunzel'e aşık, prensin atı simsiyah ve uyuyan güzel uyandığında yaşlandığını farkediyor.
Öptüğün kurbağa sineğe aşık, tilki yalnız, tavşan uğruna öleceği prensesi bekliyor, aslan ormandan kaçmak istiyor.
Aslanın ormanı terkettiği, çocukların masal dinlemediği bir yerdeyim. Gün ışığına perde çekilip gecenin karanlığına ışık tutulan yerdeyim ve ben burada konuşulması gereken yerde susuyorum.
Bir papağan sahibini ölüme götürecek o kelimeyi söyler.
Geceden içini ürperten bir ses geçer.
Sessiz bir çığlık kalbini düğümler.
Bir çarşaf düşüverir asıldığı ipten ve gerçekler...

11 Eylül 2010 Cumartesi

aklıma gelmişken

Saat 3ü 5 geçiyor ve saçmalamak geldi içimden. Zaten bu saatte saçmalamaktan öteye gidemezsin diye düşünenlere geceleri yaşamaya alışkın bir insan olduğumdan bahsetmeyeceğim ki şu bloga(bundan sonra günce diyeceğim)giren kişi beni az çok tanımıştır. Ya da bir iki yazı okuyup kurcaladıktan sonra tanımış olacaktır ki burda asıl konu benim geceleri oturmam gündüzleri zorunlu olmadıkça uyanmamam değil her daim saçmalayabilmemdir, uyurken bile. Ayrıca günceye girdim bu yazıyı da okudum hatta hızımı alamadım diğerlerini de bir solukta okudum diyen kişi düşündüm de sen beni yine tanımamış olacaksın. Boşver büyük bir kayıp değil.

Burnum akıyor ve hafif bir kaşıntı var boğazımda ayrıca bayramın son günü sırf bayram ruhunu yaşatma uğruna aldığım ve bir oturuşta yediğim şekerlerden dolayı dişimde bir sızı var. Heh bir de ayağımın altı kaşınıyor bu bir yerlere gideceğime delaletmiş. Sen yor oy vermeye ben yorayım pazara gitmeye anneme de sorsam cevap hazır; doğruuu okula.

Ya evet okul. 4 günlük bayram tatiline girmiş de sonrasında derslere başlayacakmış gibi hissediyorum kendimi. 3. sınıf oldum ben aaa ne değişik zaman geçiyor vs. muhabbetlerine girmeyi isterdim oysaki olmuyor. Okulu bitirdiğimde kendimi marketten süt alıp gelmiş gibi hissetmekten korkmuyor değilim açıkçası.

Süt demişken kahveyi çok seviyorum. Hani günde bilmemkaç bardak su için derler ya ben hiç su içmiyorum böbrek taşım da henüz yok bu arada çağrısım yaptı sevgilim de yok. Şimdilik aklıma gelenler bunlar. Ayrıca kendimi uzaylı gibi hissetmeme sebep olan şeyi itiraf ediyorum 'Ben bugün maçı izlemedim.'

6 Eylül 2010 Pazartesi

evet ya da hayır 'oy'unu

Televizyondaki yarışmayı hatırlamıyorum ama bellki ki abim o yarışmadan öğrenmişti bu 'evet hayır' oyununu. Bana ardı ardına sorular sorardı ve tek bir kural vardı; 'evet ya da hayır' demeyeceksin. Belki, galiba, kesinlikle, öyledir diyerek geçiştirirdim soruları ama ben ne kadar iyi oynasam da abim bir yolunu bulur dedirtirdi bana o iki kelimeden birini. En sevdiğim soru da şuydu; 'şimdi senin hangi iki kelimeyi dememen gerekiyor?
Şimdi de zaman tersine döndü diyorum galiba, hani eski kıyafetler moda olur ama bir şekilde değiştirilir ya bu oyun da şimdi moda oldu ama biraz değişik. İnsanlar evet veya hayır demeyerek değil de ikisinden birini seçerek yarışıyor.
Bu oyunu pek sevmediğimi söylemeliyim. Acaba büyüdüğüm için mi? Yoksa oyunda çocukların oyunlarındaki o saflığı bulamadığım için mi? Ya da oyun içindeki oyunlar için daha küçük müyüm?

Ben düşünedururken aklıma geçen yıl okuduğum bir kitaptan cümleler düşüverdi. Sanki yazar tekrar benimle konuşmak istiyordu. İşte söylediklerinden bazıları;

Yüzyıllar boyunca insan özgür irade diye bir şeyin var olup olmadığı üzerine kafa yormuş. İçinde bulunduğumuz yüzyılın başlıca sorunsalı ise, seçme özgürlüğü Sorunun odak noktası, anlamı sorgulamaktan, eylemi vurgulamaya doğru kaymış. Seçme hakkının sınırlandırılmasına özgürlüğe tecavüz gözüyle bakıyoruz. Demokrasi deyince çoğumuzun aklına seçme özgürlüğü geliyor, totalitarizmin de seçme şansından yoksunluk anlamına geldiğini düşünüyoruz. Seçme hakkı ve neyin seçildiği, bizim için çok önemli. Bu hak kişiliğimizin bir uzantısı, kimliğimizin bir parçası. Ancak sürekli değişiklik ve belirsizlik gösteren bu evrende, her türlü seçim bir iddia ve gösteriş eyleminden ibaret. Bir seçim yaparken, bütünü düşünme ve kavrama fırsatını kaçırıyoruz. Seçim yaparken taraf tutuyoruz ve bizimle birlik olanları yanımızda kalmaya, bize karşı olanları bizim tarafımıza geçmeye iteliyor, seçim yapmayanları da unutulmaya mahkum ediyoruz. Seçmek, böl ve yönet kuralını kendi kendimize dayatma yöntemidir. Seçerek ve taraf tutarak, gerek bilgiyi gerekse insanları bölüyoruz. Bölmekle, dogma haline gelen küçük bilgi parçaları ve hiçbir şey sorgulamayan bir kalabalığa dönüşen bir insan topluluğu üzerinde egemenlik kuruyoruz. Seçmekle, kendini haklı gören, başkalarını mahkum eden insanlar haline geliyoruz. Bir tarafı, herhangi bir tarafı tuttuğumuz anda, totaliter olup çıkıyoruz.( Gündüz Vassaf Cehenneme Övgü Sf: 114-115)



Çoğumuz, daha bir seçim bile yapmadan önce belli bir tarafın üyesi olup çıkarız. Daha doğrusu, önce birtakım kimlikleri benimseyip, sonra da bunları birer seçimmiş gibi rasyonalize ederiz. (Gündüz Vassaf Cehenneme Övgü sf 118)



Bir tarafı seçmenin yalnızca görevimiz değil, hakkımız olduğuna inanırız. Seçme özgürlüğüne demokrasinin temel direklerinden biri olarak bakılır. Seçtiklerimizin genellikle bizden önce başkaları tarafından seçilmiş olduğunu ve ancak önümüze sürülenlerin içinden bir seçim yapabileceğimizi durup düşündüğümüz pek enderdir. (Gündüz Vassaf Cehenneme Övgü sf 128)