29 Kasım 2012 Perşembe

Doğum günü Vol3

İlk defa bir doğum günümde gerçekten büyüdüğümü hissettim. Ya da büyümek hissedilmez derseniz haklısınız. Belki de 'yaşlandığımı' demeliydim.
Büyümenin hızlı yollarını arayan bir çocuk olmadım hiç, 'Boyum azıcık daha uzasa ya...' diyerek süt içmişliğim varsa da asla basketbol oynayıp iplere asılmak gibi yorucu faaliyetlerde bulunmadım, işin kolayına kaçtım hep. Hızlı büyümek benim için hiçbir anlam ifade etmiyordu. Bir an önce büyüyüp de dünyayı kurtarma gibi bir hedefim olmadığı gibi annemin büyümem için yememi ön gördüğü yiyeceklere de kanacak değildim. Sadece çocukluk mu? 18 yaşında olmak için can atan arkadaşlarıma da garipseyen bakışlar attığım doğrudur. Gören de 18 yaşına gelir gelmez hepsi araba aldı, senet imzaladı zannedecek; ama doğru ya eğlence mekanlarına girebiliyorduk artık ki benim 'eğlence' anlayışımla hiçbir kesişimi yoktu onların.
Her yaşın ayrı güzelliği var romantikliğini yaşamadan hatta çoğu kez kaç yaşımda olduğumu bile durup düşünerek yaşıyorum. (89 doğumluyum ama kasım ayı hatta erken doğmuşum falan derken haliyle kafası karışıyor insanın.) Ee haliyle geç yaşlanmak gibi bir derdim de yok. (Şimdilik.) Nasıl çocukken her gün boyumu ölçmediysem yaşlanırken de her gün kırışıklık saymam gibi geliyor ama tabi geçmişten bahsetmek kolay, iş gelecek olunca ne olacağı belli olmaz. Ama bedenimle ruhumun kesinlikle paralel zamanlarda yaşadığından emin olabilirsiniz. Çocuk dediğin şöyle olur, genç dediğin şöyle olur kalıplarına pek uymadığım gibi sanırım yaşlı kalıbına da uymam ya da Benjamin Buttonmuşum ben.
Çoğu 'Ee bunlardan banane' denebilecek şeylerle konuyu dağıttığıma göre 'Ha nerede kalmıştık?' Bugün yaşlandığımı hissetmemde. Neden diye soracak olursanız, neredeyse ideale yakın doğum günümden bahsedeceğim. Hiçbir yapmacıklık yok, kitaplarla baş başayım. Doğum günümü zoraki, ayıp olmasın diye kutlayan kimse olmadı. Bir mesaj atayım da kurtulayım diyen de olmadı, böyle günlere ve bana önem veren bir iki arkadaşım aradı, konuştuk. Ailem kız kardeşim hariç bugünün doğum günüm olduğundan habersizdi ki zaten aile bireylerinin doğum günü kutlaması diğer insanlarınkinden daha saçmadır. Sonuçta atsan atılmaz satsan satılmazsın. Mesela annenin 'İyi ki varsın kızım' demesi yerine 'Şu mutfakta bana yardım etsen ölür müsün, bir işe yara.' demesi samimidir. Şimdi bazılarınız sitem edecek; 'ama doğum günleri, hatırlanmak, şımarmak' falan diyecek. Hatırlanmak güzeldir buna lafım yok ama hatırlanan 'ben' olmalıyım, bir tarih değil.
Neden 'ideale yakın' da 'ideal' değil diye soran dikkatli okuyucuya da cevap vermek isterim; ideal doğum günü, doğum günün olduğunun farkına varmadığın doğum günüdür.

(Meraklı olan geçen yıl yazdıklarıma da bakabilir; mesela buna ve buna. Ama o kadar da merak uyandıracağını zannetmiyorum. Bir de ne olur kimse bana 'geçmiş doğum günün kutlu olsun' falan demesin. Bir Behzat Ç olup 'Saçma sapan konuşma' diyebilirim. )
(Doğum günü yazılarım çok tutarsa devamını yazacağım, mesela Doğum günü Vol70'te mumları tek seferde üflemeye çalışırken ölebilirim.)

18 Kasım 2012 Pazar

Deneye Katılım Gönüllüdür


‘Denetleme gereksinimi hepimizin içindeki totalitarizmin bir belirtisidir tabi. Tümüyle özgür, yapılandırılmamış durumlar bizi rahatsız eder. Tıpkı sessizlik gibi’ (Vassaf Gündüz, Cenenneme Övgü sf:52)

Peki ya tümüyle yapılandırılmış ve gözlenen bir durumdan söz ediyorsak? Mesela bir deney ortamı?

‘Deneye katılım gönüllüdür’
‘Deney sırasında deneklerin bazı temel hakları kısıtlanabilir.’ 
‘Deney, denekler tarafından zamanından önce sonlandırılamaz’

Kitap alırken arka kapağı okuyan ama kitabı okumaya başladığında orada yazılanları çoktan unutan biri olarak bu cümleleri okurken de arka sayfada yazanları unutmuştum.  Mario Giordano’nun ‘Deney, Kara Kutu’ adlı kitabının arka kapağındaki tanıtım yazısında; kitapta, 1972 yılında Stanford Üniversitesi’nde hapishanenin insan psikolojisine etkisini araştırmak için gerçekleştirilen ama kontrolden çıkarak 6. Gününde bitirilmek zorunda kalan Zimbardo Deneyi’nden esinlenildiği yazıyor. Başlangıçta atladığım bu deney ve bundan daha önce 1961 yılında yapılan Milgram Deneyi , okumaya devam ettikçe romandan daha çok ilgimi geçti. Kitabı yarıda bırakıp deneyleri araştırmak istedim; ama yine de bunları daha sonra daha ayrıntılı araştırmak üzere bir yere not aldım. Şimdilik Vikipedi bilgisiyle yetinip romandan bahsetmek istiyorum.

Öncelikle İki kere filme alınmış bir roman olduğunu belirtmeliyim. Filmleri de izlenecekler listesine yazdım. Ama izlemeye dayanabilir miyim bilmiyorum. Kitap, kafamı yeterince karıştırıp, insanlığa olan bir gıdım inancımı da söküp aldı. İtaat, otorite, otokontrol, savunma, temel içgüdüler, şiddet vs. derken kitabı hangi ucundan tutsam da neyi nasıl yazsam bilemedim. Denetim altında olma yani din, devlet, toplumsal baskı, psikiyatrinin askeriyle ilişkisi, ezilenin öğrenilmiş çaresizliği, taraf olma, ihanet, iyilik ve kötülük kavramları, iyi ve kötü, ahlaki değerler, cinnet… Bir de tabi hapishane uygulaması, suç ve ceza kavramı… Hakkında uzun uzun konuşmak istediğim bu kavramlardan uzak durup kitabı ruhsuz bir şekilde incelemeye karar verdim. (Aksi halde şunu da mı yazsam bunu da mı yazsam derken tembellik yapıp hiçbirini yazmayacağımı biliyorum. Bir de kitap tanıtım yazısı mı yazsam, kitabı eleştirsem mi yoksa oturup adamakıllı bir deneme mi yazsam diye düşünürken buluyorum kendimi utanmadan. Her seferinde hiçbirine benzemeyen bir şeyler yazdığım halde.)

Eğer ortada sağlam bir konu varsa, yazarın o romanı nasıl kurguladığı benim için iki kat önemli olur. Bir deney raporu okumak çok eğlenceli olmasa gerek. Gel gelelim bir romanın gerçekten yapılmış olan bir deneyden esinlenip de basmakalıp aksiyon- aşk öğeleriyle basitleştirilmesi de hoş değil. Tesadüfler silsilesi, yarım yamalak anlatılmış karakterler… Bunlar beni kitaptan biraz soğuttu evet, ama daha bitirmeden hakkında bir şeyler yazma isteğiyle dolup taştım ki bu da kitabın etkileyiciliğinin bana bir ispatı.

'Ben hep diğerlerinin denek olduğunu düşünmüştüm!' dedi Tode. 'O zaman bu şu anlama...''
''Aynen! Hepimizin denek olduğu anlamına geliyor. Biz hepimiz deneğiz!''