3 Nisan 2011 Pazar

merhaba ey fani!



Bir köy düşünün ölüler karşılasın sizi. 'Merhaba ey fani!' ve bir ölü haber versin köyün bitimini. Sınır bekçisi Sal dede 'Dur' desin. Burdan öte köy yok. Burdan öte yaşam yok.
Elinizde fotoğraf makinesi görüntü kırıntılarını toplamanın telaşındasınız; fakat yaşayanlar istemiyor fotoğraflarının çekilmesini bir anlığına da olsa ölmek ve hapsolmak istemiyorlar karanlığa. Bir hafızaya yerleşip gezmek değil istedikleri. Ne senin belleğinde yer olmalı onlara ne de onların belleğinde sana. Hiç gelmemiş gibi yapmalısın onları hiç görmemiş gibi. O havayı solusan bile nefesini içinde tutmalı ve kendinden bir şeyler bırakmamalısın. Burası hiç bozulmamalı.
Oysa sen alıyorsun osmanlı kokusunu buram buram. Bırakıyorsun kirli İstanbul havasını. Ölülerden sonra kadınlar ve çocuklar karşılıyor sizi. 'Önce kadınlar ve çocuklar' derler ya canlıların sırasıdır bu. Burada da her şey ters. hayvanlar uysal çocuklar vahşi. Ve binalar...
At nalının uğuruna sığınan, kocaman kapıların ardına saklanan evler. Avludan bir esinti vuruyor ayaklarına ve merak yayılıyor ordan tüm vücuduna. Kimler var içeride?
makarna kokusu geliyor burnuna kokudan onun tüm köye yetecek kadar olduğunu düşünüyorsunuz ve daracık pencereden bakan kocaman bir teyzenin bu makarnayı çoğalttığını düşlüyorsunuz kotardıkça tabaklara artıyor makarna uzadıkça uzuyor. Bir koku daha geliyor burnuna acıkmış olmalısın iyice tezgahlara yöneliyorsun bir teyze başlıyor anlatmaya; cevizli ekmeğinden aldığın sürece misafirisin onun ve mesleğini elinden aldığın sürece düşmanı. Ama her koşulda ahududu şenliğine davetlisin.
Geleceğim diyorsun. Mutlaka geleceğim.
Dar sokakların geniş taşlarına basıp kocaman saçakların gölgesine sığınarak dönüyorsun.
Cumalıkızık veda ediyor sana ölüleriyle.

(5 mart Bursa gezisinin ardından karaladıklarım. Ayrıca her kentte görünmezi arayışımın suçlusu Calvino'dur.)







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder