17 Haziran 2012 Pazar

Kumral Ada Mavi Tuna


Bir Kuzguncuk Romanı

Kuzguncuk’ta İsmet Baba Meydanı’nda oturuyor ve boğazı izliyorum. Elimde bir bardak çay ve yanında pastaneden alınmış bir dilim kek. Çantamdan mavi bir kitap çıkarıyorum. Kapağında, az önce hayranlıkla bakarak  hayallere daldığım manzara var, bir de tel örgülere asılı bir çift Converse.

İstanbul, savaş ve gençlik kitaptan kapağa taşıveriyor. Ve bir de ‘duygu’ dolu bir isim. Siz, aşk romanı diyebilirsiniz ya da savaş, hiç sınıflandırmalara girmeden ‘hayatımın romanı’ diyenler de olacaktır. Oysa ben, ne kitaptaki karakterlere inanabildim, ne o aşka kapıldım ne de iç savaşa. Bu romana ‘Kuzguncuk’ romanı diyeceğim. Benim için ne Ada’nın ne de Tuna’nın, Kuzguncuk’un hikayesi ‘Kumral Ada Mavi Tuna’.

Bu nedenle benim için roman kahramanı ne kendini beğenmiş, şımarık, bencil Ada’dır ne de kendi kişiliğini bulmayı daha çocukken reddedip Aras ile Ada’nın gölgesine sığınan Tuna’dır. Ne istediği her şeyi elde eden, yakışıklı, sempatik, dikkat çekici Aras ne de hayatta her istediğini sessiz sessiz çalışarak elde eden Meriç’tir. Ne de olayları birbirine katan, sadece bir katalizör görevi gören Aliye. Ben de çoğu okur gibi Şair Doğan Gökay’ı sevdim ve onun Atilla İlhan’dan izler taşıdığına inandım. Buket Uzuner bir yazısında Atilla İlhan için ‘Siz benim biraz imkansız sevgilim, biraz babam ve biraz da arkadaşımsınız’ dediğimde ciddiydim.’ der. Ada için de dayısı şair Doğan Gökay öyledir. Gerçi Buket Uzuner ‘Ada mısınız?’ diye soranlara ‘Hayır Tuna’yım’ der. Bence Buket Uzuner ne Ada’dır ne de ‘Tuna’ gezmeyi, okumayı ve yazmayı sevenlerden yani; ‘Çok gezen mi bilir çok okuyan mı?’ sorusunu geçersiz kılanlardan, kıskandıklarımdandır. İstanbul aşığı olarak nereyi seçeceğini iyi biliyor ve ben de bir Kuzguncuk aşığı olarak, kitabı okuduktan sonra Kuzguncuk’a gelenlerin aksine Kuzguncuk’ a geldiğim ilk gün bu kitabı okumaya karar veriyorum. Okuduğum gibi de yazmaya. Paylaşmaya...

Buket Uzuner kahramanın iç savaşını bir ülkenin iç savaşına dönüştürüyor, bir ülkenin kocaman iç savaşını alıp bir kahramanı omuzlarına yüklüyor. Bir yandan dünyanın en büyük savaşlarından biri olan ‘aşk’ı anlatıyor bir yandan da kanı, nefreti, ayrımcılığı, ötekini, sebepsiz kötülüğü. Bunların ne kadar iç içe olduğunu, savaşların önce içimizde çözüleceğini. Hayalle gerçeğin arasında bizi kitabın bölümlerine sıkıştırıyor.

Kumral ada mavi Tuna çok katmanlı, çok sesli bir roman. İsterseniz bir ülkede yaşanan iç savaşın nedenleri ve sonuçları üzerine bir okuma yapın, isterseniz bir büyüme hikayesi olarak yorumlayın. Bir aşk hikayesi olarak ele alın sadece, imkansız saf aşk ya da toplumsal olarak bireyleri inceleyin. Buket Uzuner hepsini yapmaya çalışıyor ve bunları kotarırken bir nebze edebiyattan çalıyor bir tutam da fazladan didaktiklik ekliyor. Bunlar da romanı eksiltiyor. Keşke bu kadar çok'la anlatmaya çalışmasaydın dedirtiyor. 

Kertenkeleler ve çocuklar

İkinci çayımı da bitiriyorum, çay içimi ısıtsa da denizden gelen rüzgar beni orada daha fazla tutmak istemiyor. Mavi kitabı çantama koyuyor ve kuzguncuk sokaklarında dolaşmaya başlıyorum. Marco paşa Konağı’nın yani ilkokul binasının içine giriyor ve bu kez boğaza daha yüksekten bakıyorum. Bana daha alçaktan bakan gözlerle çocuk gözlerle.

Mavi kitap çantadan tekrar çıkıyor. Neşeli ve masum bir çocukluk hikayesi, sancılı ve acı bir gençlik hikayesine dönüşüyor. Gençlerin büyümesi için de içlerindeki savaşa bir son vermeleri gerekiyor.
Bahçede kertenkele aramaya başlıyorum, küçük bir çocuğun elinde Mabel sakız görüyorum. Çocuğa kertenkelelerle oynama demek istiyorum ya da kertenkelelere kaçıp kurtulmalarını söyleyeceğim. Hiçbirini yapmıyorum. Ada, Aras, Tuna ve Meriç’in çocukluğuna uzaktan baktığım gibi bu tarihi ilkokul binasında Kuzguncuk’un çocukluğuna da uzaktan bakıyorum. Değiştiremiyorum.

"Akıl, aşk ve can!
Bu üçü üçgendir.
Her derde çare, her yaraya merhemdir."
Mevlânâ Celâleddin Rumî (II. Divan Kebir)

Okuldan çıkıp İcadiye Caddesi’ne gidiyorum. Gözüm o meydana takılıyor. Burası diyorum, Aras’ın gittiği yer tam olarak burası! Akıl ve cesaret gittiğinde geriye kalan ‘aşk’ ne kadar yaşanılabilir? Onun tortusunda eski evleri bir bir yıkılan kuzguncuk da yarım kalır. Evlerin arasında dolaşırken Tuna’nın evini arıyorum, yıkıldığını bilsem de belki de hiç var olmadığını Ada’nın evini arıyorum.

‘Şiir herkesi birleştirebiliyordu’
  
O ev olduğuna inandığım bir yerde soluklanıyorum ve birden kendimi Baylan’ın bahçesinde buluyorum. Kitabı çantamdan çıkarıp masaya koyarken yan masamda oturan Ada, Aras, Tuna ve Meriç’i fark ediyorum. Tüm savaşları Kuzguncuk’ta bırakmıştım.

Yanlarına gittim ve masalarına oturdum. Kitabı aradım, bulamadım. Ayaklarımdaki converselere baktım, yürümekten aşınmışlardı. Aklımda birçok şey vardı onlara söyleyecek ama onları görünce gidivermişti hepsi. Şair dayılarına selam söylemelerini istedim. Hepsi güldü.
Sonra uyandım, Kuzguncuk parkında uyuyakalmışım. Günlerden salıydı.

Uyanmak güzel, diye gülümsüyorum.
Durum ne olursa olsun, uyanmak güzel’









1 yorum:

  1. ayın başında kıymetli birine hediye ettim ben de, olur ya...

    eline sağlık.

    YanıtlaSil