4 Aralık 2011 Pazar

Sunset Park




Bazı romanlar vardır, okursunuz ve kapağını kapattığınız an onunla ilişkinizi bitirirsiniz. Öncelikle söylemem gereken şey Paul Auster'ın romanlarının bunlardan olmadığıdır. Ne zaman Paul Auster okusam o kitabı didik didik etmek tekrar tekrar okumak isterim. Paul Auster'ın yazılarını simematografik bulurum. Zaten çoğu romanında uzun uzun film incelemeleri yapması da bu konuda yanılmadığımı hissettiriyor bana. Sinemadan anlayan, spordan anlayan, insanlardan kısaca hayattan anlayan bir edebiyatçı.
İlginçtir ama Paul Auster'la  nasıl tanıştığımı hatırlamıyorum hatta önce hangi kitabını okuduğumu da (defterlerimden bir ara bakmalıyım buna). Bunun da Paul Auster'a yaptığım bir haksızlık değil tam tersine üslubunu benimseyen bir unutuş olduğunu düşünüyorum. Bir romanında kahramanın adı Pauldür, bir diğerinde kahraman Amerikalı bir yazardır, bir başkasında Fransa'ya gider okumak için bir başkasında bir yazarla evlenir. Yaşamını açığa vurup saklar yani. Yazar kimdir, okur kimdir, okuyan kimdir, Paul Auster kimdir? Bu karmaşaya düşürür ve 'Ben Kimim?' dedirtir en sonunda. Kurgusunu, Amerika halkını yansıtış biçimini yer yer eleştirel tutumunu ama bir yandan da tipik Amerikan duruşunu seviyorum. Boşa yazanlardan değil. Çok satanların kandırmacasından değil.
Dediğim gibi Auster okuyunca kalemi kağıdı alır bir daha okurum. Bu nedenle çoğu romanının incelemesini yapmışımdır kıyıda köşede. Sunset Park şu ana kadar okuduğum kitaplarının içinde sanırım en az sevdiğim ama yine de 'sevdiğim' bir romanı.

Terk edilmiş şeylerin fotoğrafını çeken bir adam Miles Heller, Terk etmiştir. Abisini ölüme terk etmiştir, ailesini endişeye ve korkuya kendisini suçluluğa terk etmiştir. Ve terk edecektir şehirleri, işleri, kız arkadaşını...
Kırık eşyalar hastanesi'nde çalışan Bill tamir etmeye çalışır eskileri. Eşyalar aslında hepsidir. Onlardır. Birbirlerini, kendilerini ve Sunset Park'ta unutulmuş bir evi tamir etmeye çalışırlar. ilişkileri iyileştirmek...
'Hayatımızın en Güzel Yılları' filmi bir noktada hepsinin kesişimi. Savaş sonrası değişen hayatların kuşaklar boyu etkisi. babaanneler, anneler, çocukları, kesilen eller, unutulan ilişkiler...Tam olabilmek için yara almak gerekir.
Paul Auster acaba ülkesini ve insanlarını ne derece eleştiriyor? Kitap okumuyorlar, iki yüzlüler, bir kuşak diğerinin aptal olduğuna inanıyor, bir kuşak her şeyin yoluna gireceğine... kendilerini tanımıyorlar. Ama kanımca Paul Auster Amerika'nın farkında en azından dışarıdan nasıl göründüğünün farkında. Görünmeyen'de Adam Walker tam bir Amerikalıdır burada ise Miles Heller. Kadın erkek herkesin hayran olduğu, farklı bir duruşu olan, gizemli ve biraz soğuk duran karakter. Yazı Odası'na Yolculukta ise geçmişini unutan bir amerikan halkı dikkat çeker, Bay Boş üzerinden. Nasıl ki her romanında kendisi varsa her romanında Amerika da vardır. Bazen de burada olduğu gibi New York Üçlemesi'nde olduğu gibi de başroldür Amerika.
Kitap hakkında söylenebilecek o kadar çok şey var ki. Bir de söyleyemediklerim var. Mesela kitapta yüz kez bahsedilen o filmi izlemiş olsam birazcık da beyzboldan anlamış olsam çok daha farklı şeyler diyebilirdim. Bu yüzden fazla konuşmadan susuyorum ve kitabın başını yazarından dinleyelim diyorum;






(Paul Auster'ın kurgusuna, üslubuna, yaratıcılığına zaten hayranım ama bir de sesi eklendi bu videoyla söylemeden geçmeyeyim dedim. Bir de adam karizmatik yahu!)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder